Dijital sonrası Tarihçeler: Türkiye'de Yeni Medya Sanatı

I

Medya sanatının Türkiye’deki geçmişine baktığımızda çok gerilere gidemiyoruz. Ben bu tarihin medya sanatına dair farkındalığın ve ilginin, internetin Türkiye’ye girmesiyle hareketlendiği ve aynı sürecin devamı olarak akademide görsel iletişim tasarımı bölümlerinin açılmasıyla kurumlaşmaya başladığı 90’ların ikinci yarısına kadar geri götürülebileceğini düşünüyorum. Ondan öncesinde, döneminin bilgisayar teknolojilerini kullanarak görseller üreten, işlerinin yanı sıra, perspektifi ve kendisini ilişkilendirdiği Amerika ve Avrupa’daki entelektüeller ve sanatçılar dolayısıyla işaret ettiği aralık bakımından Teoman Madra’yı ve 1950’lerden başlayarak deneysel çalışmaları ile Türkiye’de elektronik müziğin ilk isimlerinden olan İlhan Mimaroğlu’nu ve Bülent Arel’i alanda çalışan ilk sanatçılar olarak anabiliriz. Her ne kadar bu sanatçılar da kariyerlerini, bugün medya sanatı olarak adlandırdığımız aralıkta devam ettirmemişlerse de Türkiye’de alanı fark eden, yeni teknolojileri sanatsal araştırmalarına ve üretimlerine dahil eden ilk isimlerdir. Teoman Madra fotoğraf ve görsel alanda bilgisayar kullanarak işler üretmeye devam etmiş, Mimaroğlu ve Arel[1] ise kariyerlerine Amerika’da devam ederek elektronik müziğin öncüleri arasında yerlerini almışlardır. 90’lara kadar bu alanda çalışan başka bir sanatçı ismiyle karşılaşmıyoruz. Paris’te yaşayan, video sanatçısı olarak uluslararası bilinirliğe sahip olan Nil Yalter, 90’ların ikinci yarısında, kendi sanatsal pratiğinin devamı olarak multimedya uygulamaları yapıyor, Yalter bugün de bilgisayarı üretiminde kullanan bir video, performans sanatçısı olarak kariyerine devam ediyor.

Doğrudan yeni medya alanından olmamakla beraber, erken dönemde, 80’lerden başlayarak ürettiği işlerle, genç bir kesimin ilgisini üstünde toplayan, yaptığı müzik ve performanslarının yanı sıra çalışma yöntemi ve kültürel pozisyonu açısından Serhat Köksal’ı (2/5BZ) da mash-up kültürünün popüler alanda temsiliyetine dair erken bir örnek ve daha sonra internet çevresinde gelişen alt kültürlerin öncülü olarak saymak gerekir. Bu ve benzeri örnekler yeni medya sanatının içinde sonraları ortaya çıkan farklı eğilim ve oluşumların kültürel izlerini geriye doğru takip etmek için başlangıç noktaları olabilir.

Bir diğer etken olarak da, İstanbul Bienalinin, sanat ortamına dünyayı takip etme ve bir platformda buluşturma anlamındaki katkısı ve etkisinin yanı sıra teknoloji kullanan kimi işleri ve az sayıda da olsa sergilenen yeni medya işlerini saymak gerekir. Ama yeni medya, İstanbul Bienalde hiçbir zaman alanda etkileyici olacak bir varlığa sahip olmadı.

Bu yazı İstanbul çevresini konu ediniyor[2], çünkü esasen alanda olan çoğu hareketliliğin İstanbul’da olduğunu teslim etmek gerekiyor. Ankara’da her zaman kapalı ve derin bir entelektüel çevre vardı, 90’larda da öyle. Video Ankara’da hem teorik hem de uygulama konusu olarak belli bir grup tarafından ele alınmış, araştırılmış, 90’ların sonu ile 2000’lerin başında bazı etkinlikler gerçekleştirilmiş. Bu etkinlikler, işler ve araştırmalar çerçevesinde, yeni teknolojilerle daha çok dijital kültürün sosyolojik etkisi ile ve videoya odaklanarak ilgilenilmiş.[3] Bu heyecanın da mutlaka sonraki dönemde özellikle Ankara’dan İstanbul’a taşınan kesim vasıtasıyla İstanbul’daki hareketlenmede doğrudan veya dolaylı bir etkisi oldu. Başak Şenova Bilkent çevresindeki toplanmanın etkisinden söz ediyor.[4]

Bu çerçevede erken dönem iki işin Ankara’dan çıkmış olduğundan söz etmek gerek. Andreas Treske’nin izleyicinin salondaki hareketleri (pozisyonu) ile anında kurgulanan bir dizi videodan oluşan işi “Piksel II” 2000’de Sanart’ta gösterilmişti. Diğer iş Andreas Treske ile Murat Karamüftüoğlu’nun izleyicinin göz kırpışıyla kurgulanan video tabanlı 2004 işi “Blinkeye”dır.[5]

 

II

Türkiye’de yeni medya alanında çalışan ve iş üreten sanatçılar ilk ürünlerini 2000’lerde vermeye başlayan genç bir kuşak. Dünyada 60’larda avant-garde sanatçıların işleriyle, teknolojiyi anlamaya çalışan ve sorgulayan sergilerle başlayan, 80’lerden itibaren bilgisayar teknolojilerinin gelişimine paralel olarak yaygınlaşarak bir sanatsal ifade alanı olarak olgunlaşan yeni medya sanatı 2000’lerden itibaren, aşağı yukarı 20-30 yıllık bir gecikme ile Türkiye’nin gündemine girdi.

Yeni medya ile uğraşan kuşak iletişim ve bilişim teknolojilerinin sağladığı araçlarla erken dönemde karşılaşan ve sağladığı olanakları gündelik hayatının merkezine koyan bir kuşak. Dolayısı ile bu kuşak hem teknolojiyi aktif biçimde kullanıyor, hem önceki kuşakların sahip olduğu teknoloji korkusuna sahip olmadığı için onu kurcalamaktan da korkmuyor; ama en önemlisi global iletişim ortamının içerisinde yaşıyor. Bu tüm dünyaya dair bir farkındalığa ve malumata sahip olması anlamını taşıyor. Bugün böyle bir farkındalığa, malumata ve küresel bilgiye erişme olanaklarına sahip olmak demek, dolaylı olarak eleştirel bir bakışa sahip -olma potansiyeline de sahip- olmak demek. Bu eleştirel tutum sanatçıların işlerinde her zaman doğrudan görünmeyebiliyor, bazı örneklerde ise, teknoloji eleştirisi veya teknoloji vasıtası ve olanakları ile sosyo-politik eleştiri, doğrudan sanatsal üretimlerinin temel problematiğini oluşturuyor. Yeni medya sanatçılarının oluşturduğu küme –aslında tüm güncel sanatçılar gibi- iyi eğitimli, entelektüel bir kesimi kapsıyor.

Türkiye’de Yeni Medya Alanı’ 1990’ların sonunda kurulmaya başlayan Görsel İletişim Tasarımı (GİT) bölümleriyle paralel bir gelişme gösterdi. Ekran bazlı dijital tasarım Türkiye’de son on beş yılda kamu ve özel üniversitelerde açılan bu bölümlerle birlikte ivme kazanmıştı. 2001 yılında yıllık öğrenci çalışmaları sergisi düzenlemeye başlayan Bilgi Üniversitesi VCD (Visual Communication Design – GİT, Görsel İletişim Tasarımı) bölümü bu konudaki öncülerdendir. 2011 yılına kadar her yıl gerçekleşen “Track” sergileri gençler arasında dijital teknolojiler konusunda yaygın bir farkındalık yaratmıştır.

Üniversitelerde GİT bölümleri 1996 yılından başlayarak kurulmaya başlandı. Yıldız Teknik Üniversitesi hem bu alanda bir program başlatan hem de ilk master ve doktora derecelerini veren üniversiteydi. Bu bölümler özel üniversitelerde açılarak hızla çoğaldı.

Şu anda Türkiye’de 46 tanesi İstanbul’da olmak üzere 170 üniversite ve yüksek okul var ve bunların birçoğunda GİT veya benzeri bir bölüm mevcut.

Türkiye’de sanat eğitimi genellikle alışılageldik sanat pratiğini izliyor. Buna karşılık üç boyutlu enstalasyonlar, ses ve görüntü gibi araçları kullanan güncel sanat pratikleri 90’lardan bu yana artarak Mimar Sinan Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi gibi gelenekçi kurumlarda da yer bulmaya başladı. Ama Türkiye’deki hiç bir üniversitenin sanat fakültesinde yeni medyaya odaklanmış bir bölüm yok.

Nitekim, tasarım/sanat ve teknoloji eğitiminin bir çok kurumdaki GİT programlarında gerçekleşmesi bir tesadüf değil. Ancak bunların çok küçük bir bölümü sanat alanına etkisi olabilecek, bütünlükçü ve güncel bir bakışa ve uygun ders programına sahip. Bu programlar ya [Bilgi Üniversitesi örneğinde olduğu gibi] İletişim Fakültesinde, ya da [Sabancı Üniversitesindeki gibi] Güzel Sanatlar fakültesinde yer alıyorlar. Fakat iki durum da eğitimde bir farka sebep olmuyor, aşağı yukarı müfredat ve yaklaşım hepsinde aynı.

Yeni medya eğitimini geliştirmek için bir çok –bireysel- girişim ayırt edilebilir fakat bunların hiçbiri gerçekten yeni medya tasarımı ve sanatsal pratiklere yoğunlaşan bir programa dönüşmedi. Öğrencilerin ürettikleri işler arasında bir kaç olağanüstü çalışmaya rastlansa da, bu programlar son yıllara kadar tasarım araçlarını değiştirmek dışında fazla ilerleyemediler. Yeni medya sanatı genç nesil için bile bir ana akım haline gelmedi. Dolayısıyla Dünya sahnesindeki az sayıda Türk yeni medya sanatçısının neredeyse hepsinin eğitimini yurtdışında yapmış veya devam ediyor olması tesadüf değil.

2003 yılında Türkiye’nin en eski ve saygın teknik okullarından İstanbul Teknik Üniversitesi Tasarımda Bilgi Teknolojileri başlıklı bir yüksek lisans programı başlattı. Mimarlık fakültesinin bünyesinde yer alması dolayısıyla VCD yüksek lisans programlarından farklıydı ama mimarlık etkisinde de değildi. Meltem Aksoy’un yönettiği program önayak olan ve katılan akademisyenlerin o zamana kadarki deneyimlerini yeni bir perspektifte ele alabildikleri ölçüde Türkiye’nin önde gelen yeni medya programı olmaya adaydı; maalesef bürokratik komplikasyonlar yüzünden devam edemedi. Bu da bir sanat programı olmamasına rağmen, gerçekten çok disiplinli ve sanatı –mimarlık dolayısıyla- içkinleştiren, toplumsal kaygılara uzak olmayan bir yapı ve yeni medya sanatçılarının da yetiştiği bir kaynak olabilirdi.

Diğer taraftan süreç içerisinde yeni ve genç bir akademik nesil kurumlarda söz sahibi olmaya başladı. Bu günlerde bir çok üniversite ders programlarında yeni medyaya yer açıyor; bazıları da İletişim Fakülteleri altında “yeni medya” başlıklı programlar başlattılar. Ancak bu yeni medya programları aslında gazetecilik programları, tasarım ya da sanata yoğunlaşmıyorlar. Dolayısıyla GİT bölümleri ya da programları hala yeni medya sanatı ve tasarımı için tek yaratıcı kaynak konumundalar. Bu alan hala sadece ona adanmış akademik programlarını bekliyor. Adına bakılarak, Koç Üniversitesindeki MAVA’nın bu bölüm olduğu düşünülebilir ama içeriği ve hedefleri bakımından GIT’lerden farklı değil. Yaratıcı endüstrileri 8 bölüm olarak gruplayan MAVA sanatı bunların arasında saymazken, bölüm tanıtımında “Koç Üniversitesi, Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü (MAVA) lisans programı yukarıdaki eğilimlerden yola çıkarak yaratıcı endüstrinin medya tarafında (1) kuramsal analiz (2) yaratıcı uygulama (3) yönetim becerisine sahip uzmanlar yetiştirmeyi hedeflemektedir.” diyor.

 

III

Türkiye’de bir yeni medya platformu yaratmak için yapılan ilk girişim HAT (Hybrid Arrested Translation) adlı ve sadece bir kez yayınlanabilen medya sanatı ve teorisi dergisiydi. Derginin editörü ve fikir babası Fatih Aydoğdu idi. 1998 yılında çıkan ilk ve tek sayısında dergi “Bilgi Çağında Beden”i ele alıyor, P. Virilio, V. Flusser, A. Kroker, H. Moravec   gibi düşünürlerin yanında Stelarc. Orlan, Aziz + Coucher gibi sanatçıların yazılarına yer veriyordu. Fatih Aydoğdu Viyana’da yaşayan bir tasarımcı ve sanatçı, aslında 98’de Türkiye için oldukça erken sayılabilecek böyle bir çabaya girişmesinde Viyana’da içinde bulunduğu çevrenin ve o dönemdeki kendi sanatsal pratiğinin etkisi var. Derginin, Aydoğdu’nun daha önce çizerlerinden biri olması dolayısı ile Leman matbaasında basılmış olması da, aslında o sıralarda sanat alanının henüz böyle niş bir alana yatırım yapacak durumda olmadığının göstergesi.

Türkiye’de yeni medya işlerinin de gösterildiği ilk sergi “Somut Öngörüler” başlığını taşıyor. Kadıköy’deki Anarat Hıgutyun Okulunda gerçekleşen sergiyi organize eden Beral Madra’nın daveti üzerine Fatih Aydoğdu serginin bir alt bölümünü kürate ediyor. Aydoğdu, ilk defa 93’de Ars Electronica’da sergilenmiş Ayre Wachsmuth “A brief Genealogy of Artificial Life” (Yapay Yaşamın Kısa Soyağacı) isimli, bugünkü 3D yazıcıların öncülü olan stereo-litografi tekniğiyle bilgisayar aracılığıyla üretilmiş 3 boyutllu modeller ve animasyondan oluşan işini, yine sanatçı Mathias Fuch, 91’de Wolfgang Staehle tarafından başlatılarak 95’de webe aktarılan ve aynı sene Ars Electronica’da sergilenen “The Things- güncel sanat ve kültür kuramı” ağını sergi alanına bağlayarak Beral Madra’nın o sıralar kurmayı hedeflediği enstitüyü ağın düğümlerinden birisi haline getirmeyi hedefleyen işini İstanbullu izleyici ve sanatçıyla buluşturuyor. 95’de internet altyapısının yetersizliği Kadıköy’den erişim sağlanmasına olanak vermediği için iş ancak lokal olarak gösterilebiliyor. Bu sergiyi Türkiye’de yeni medya işlerinin ilk temsili olduğu için özellikle anıyorum.

2001 yılında Sanat Dünyamız, internet sanatını konu edindiği 81. Sayısında “Güncel“ dosyasında, aynı yıl Withney Amerikan Sanatı Müzesinde açılan BitStreams ve San Francisko Modern Sanat Müzesinde açılan 010101 sergileri üzerine bir semposyumu İngilizce’den çevirisi olan “BitStreams ve 010101, Dijital Sanat Üzerine Online Bir Sempozyum”, Faruk Ulay’ın “Tek Başına Ama Hep Birlikte: Net.Art”, Melih Katıkol’un “Dondurulmuş Konuşma”, Cem Gencer’in “Net-Art mı? O da Ne?” makalelerine yer veriyordu. Bu da sanıyorum yeni medya alanı ile ilgili Türkiye’de ilk yayınlardan biri.

Türkiye’de yeni medya sanatının bir kolu olan web art ve ağ işlerini kapsayan bir girişim de Web Bienali. Kurucusu, kavramsal sanatçı Genco Gülan WB için “İstanbul Çağdaş Sanat Müzesi tarafından 2003 yılında bütünüyle Uluslararası Elektronik Ağ (www) üzerine kurgulanmış ve tamamen bu ağ üzerinde oluşturulmuş, her iki yılda bir tekrarlanan uluslararası bir çağdaş sanat sergisidir” diyor. Disiplinler arası bir sergileme modeli olarak da web bienalinin önemini vurguluyor. 2003’de dünyada da bir ilk olan web bienali için Gülan, alternatif sanatçıları ve akademisyenleri bir ağ etrafında buluşturduğunu, dünyada ilk ve tek olduğunu ama belki artık modasının geçmiş olabileceğini söylüyor. Türkiyeden pek az sanatçının katıldığı etkinlik esasen Gülan’ın merkezinde olduğu bir ağ yaratmış ama Türkiye’de pek duyulmamış ve etkisi olmamış gibi görünüyor.

NOMAD 2002 yılında bağımsız bir oluşum biçiminde kuruluyor ve 2006 yılında kendini dernek olarak kaydettiriyor. Kendi sözlerinden alıntıyla, “NOMAD (...) bir çok başka disiplinin merceğini kullanarak dijital sanatlarda yeni kalıplar araştırır ve üretir”. Projenin kurucuları Başak Şenova, Emre Erkal ve Erhan Muratoğlu’ydu. NOMAD ülkenin ilk ses sanatı (sound art) festivalini “cntr_alt_del” adıyla 2003 yılında düzenledi ve etkinliği 2005 ve 2007-08 yıllarında tekrarladı. Bu alanda yurt dışı bağları olan bir yerel ağ oluşturdu.

Nomad aslında, sound art ve elektronik müziği, dolayısı ile dijital kültürü odağına alarak yola çıkmıştı. Kurucularından Başak Şenova’nın küratör olarak kariyerine paralel biçimde yeni medya sanatı alanına dijital kültür ve çağdaş sanat çerçevesinden girdi. Nomad .01 projesi çerçevesinde 2005’de Siemens Sanat’ta “tele-kent” sergisini açtı. Serginin tanıtımında, “Bu sergi, aynı zamanda, dijital kültür içinde faaliyet gösteren her alandan kişilerin gerek yerel, gerek uluslararası platformda bir şebeke kurabilmesini, dijital kültür içindeki durumları ve konumlanmaları incelemeyi, yansıtmayı ve tartışmayı amaçlayan NOMAD'ın NOMAD-TV.NETWORK projesinin ilk safhası olan".01" in başlangıcını oluşturuyor. ".01"; dijital kültür içindeki durumları ve konumlanmaları, öncelikli olarak Türkiye'deki yeni medyanın yapılanması üzerinden incelemeyi, yansıtmayı ve tartışmayı hedefliyor." deniyor. Bu sergi tanıtım metninden de anlaşılacağı gibi dijital kültür etrafında dönüyor, o döneminde doğrudan dijital araç veya medyum ile uğraşmayan ama yeni oluşmaya başlayan kültürel ortamı paylaşan aktörleri bir araya getiriyordu. Sergi ve panellere katılan otuzun üzerindeki sanatçı ve konuşmacıdan sadece 4’ü yeni medya sanatçısı olarak devam ediyor bugün. Fakat bu etkinliğin en önemli yanı birçok buluşma ile konuşma ve tartışmayı bu yeni gelişen kültürel ortamın ortasına koymasıydı.

Dijital kültürün yaygınlaşmasında ve bugünkü yeni medya sanat ortamının oluşmasına katkıda bulunan bir diğer aktör ise Düğümküme.org’du. Düğümküme bir tekno-kültürel eleştiri bloğuydu. Çok kısa zamanda meraklı ve ilgili bir kitle topladı 2005’de başlayan blog 2011’başına kadar sürdü; aktif değil ama hala erişilebilir durumda. Burak Arıkan’ın başını çektiği ve içeriği oluşturduğu blog 450’si Arıkan tarafından yazılmış 500 kadar post ve comment’lerle yapılan tartışmalardan oluşuyordu. Çok fazla gözükmeyen post sayısına rağmen Düğümküme bir çok önemli konuyu gündeme getirdi ve tartışmalar başlattı. Düğümküme bloğun yanısıra oturumlar da düzenledi. Aktif olduğu süre içerisinde 5 tanesi gerçekleştirilen bu oturumların konuları Dağıtık İş, Melez Kamusal Mekan, Dağıtık Kimlik, Gerçekliğin Sürümleri, Açık Yönetişim gibi yeni iletişim ve bilişim teknolojilerinin temel meselelerine dokunmaya çalışıyordu.

2006 yılında Bilgi Üniversitesinden meslektaş Ekmel Ertan (makalenin yazarı) ve Aylin Kalem TECHNE Dijital Performans Platformu’nu düzenlediler. Festival formatındaki bu etkinlik Türkiye’de yeni medya konusunda türünün ilk örneğiydi. Festival kapsamında bir hafta süresince küçük bir sergi, seminerler, iki dans performansı ve yeni medya üzerine bir kaç workshop düzenlendi. TECHNE çoğu yukarıda sözü edilen programlara devam eden öğrenciler ve bazı genç sanatçılar arasında oldukça ilgi görmüştü.

 

IV

2007’ye kadar Türkiye’de gelişmeye başlayan yeni medya alanında sadece öğretim üyeleri, öğrenciler ve az sayıdaki sanatçı yer alıyordu. Üniversitenin dışında bağımsız bir organizasyona ihtiyaç vardı. TECHNE’yi gerçekleştirenlerden bir grup, bir dizi toplantının sonunda, 11 sanatçı, dansçı, akademisyen, mühendis ve araştırmacının katılımıyla 2007 yılında Beden İşlemsel Sanatlar Derneği’ni (BİS) kurdu, bu oluşum halen yeni medya alanında çalışan tek bağımsız STK konumunda.

BIS kuruluş bildirgesinde şöyle diyor: “Teknoloji tarafından dönüştürülen bir dünyada BIS kendi yerelinde, sanat ve teknoloji üzerine bir tartışma ve üretim platformu oluşturmayı amaçlıyor. Beden-işlemsel kavramı insan bedeni ve teknoloji arasındaki karmaşık ve çokyüzlü ilişkiyi, kaygan sınırları ve sonuçlarını araştırmayı öneriyor.” diyor.

BIS 2011’e kadar Ekmel Ertan, Özlem Alkış ve Nafiz Akşehirlioğlu tarafından yönetildi. 2012’den beri Ekmel Ertan ve Fatih Aydoğdu tarafından yürütülüyor. BIS’in ilk etkinliği kurulduğu yıl başlayan amber Sanat ve Teknoloji Festivali oldu. Festival bir yeni medya sergisi, performanslar, workshoplar, seminerler ve sanatçı sunumlarından oluşuyordu. Her yıl Kasım ayının ikinci haftasında düzenleniyor.

Başlangıcından bu güne kadar amberFestival sekiz kez gerçekleştirildi. amberFestival İstanbul’daki sanat ve teknoloji ve yeni medya alanına uluslararası görünürlük sağlamak, yeni medya sanatının Türkiye’de yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, İstanbul’da bir ağ yaratmak, bir çok yeni girişime hareketlendirmek anlamında başarılı oldu.

Kurucuları amberFestivalin amaçlarını, yeni teknolojilerden yararlanan yeni sanatsal ifade biçimleri konusunda araştırma ve üretim yapmak; sanat ve teknoloji alanında çalışan genç Türkiyeli sanatçılara görünürlük sağlamak; uluslararası alandaki sanat eserlerini Türkiyeli sanatseverler ve sanatçılara tanıtmak; aktif ve yaratıcı kullanımı özendirerek genç nesillerin teknoloji algısını geliştirmek; sanat ve teknoloji alanındaki önemli konuları kamunun dikkatine sunmak; İstanbul’da yeni bir uluslararası sanat ve teknoloji ağı oluşturmak, olarak belirtiyor.

Amberfestival başlangıcından bu yana, amaçlarına büyük ölçüde ulaşarak kendi yerelinde uluslararası bir sanat ve teknoloji platformu yaratmayı başardı. Geçtiğimiz yılların temaları “Ses ve Tutunma”, “İnterpasif Persona”, “Siborglaştıramadıklarımızdan Mısınız?”, “Verikent”, “Öteki Ekoloji”, “Parataktik Müşterekler”, “Fişe Taktınız Mı?”, “Merkezsizlik” idi ve her bir tema ile amberFestival yerel ve evrensel problematiklere işaret ediyordu.

amberFestival’in sekiz edisyonunda Stelarc, Bill Vorn, Marcel.li Antunez Roca, Mladen Dolar, Robert Phaller gibi öncülerin de aralarında olduğu 238 sanatçı ve araştırmacı işlerini sundu; 140’dan fazla enstalasyon sergilendi; 26 atölye çalışması, 18 performans, 100’ü aşkın makale sunumu ve seminer, 53 sanatçı konuşması gerçekleştirildi. 2008 senesinde başlatılan network toplantısı sayesinde geliştirilen ilişkiler ve projeler ile 23 Türkiyeli sanatçının eserlerinin yurt dışında sergilenmelerine olanak sağlanmıştı.

amberFestival 2008, 2009 ve 2010 yıllarında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ajansı tarafından desteklendi. Bu üç yıllık destek, İstanbul 2010’un ardında bıraktıkları arasında amberFestivali anmak açısından anlamlı olabilir. Zira bilindiği gibi İstanbul 2010 AKBA uzun vadeli hiç bir getiri sağlamadan ve bir sonraki yılı çölleşmiş bir sanat ortamına bırakarak kayboldu. Ama amberFestival ikinci yılından başlayarak bu üç yıllık destekle, sonrasında finansal sıkıntıların yeniden gündeme gelmesine rağmen, devam etme şansına sahip oldu.

En baştan itibaren yerel sanatçıların işlerini sunmak önemli bir konuydu. amberFestival yerel sanatçıları destekledi ve sergilenen eserlerin en az 3’de birinin yerel sanatçıların işleri olmasına çalışıldı. Bu güne kadar 43 yerel sanatçı amberfestival’de sergilendi. Bir çok genç sanatçı için bu çalışmalarının ilk uluslararası sunumuydu ve yeni bağlantılar kurabilmek için gerçek bir şanstı.[6]

İlk uluslararası amberKonferans 2009 yılında amber sanat ve teknoloji festivaliyle eşzamanlı olarak, İstanbul Modern müzesi işbirliği ve Sabancı Üniversitesi desteğiyle gerçekleşti. Konferansın amacı bilim, sanat ve teknolojinin birleşimindeki bir çok konu ve temanın çevresinde bir tartışma platformu yaratmaktı. Ancak 2012’den itibaren konferans formatı değiştirilerek davetli konuşmacılardan oluşan seminerlere dönüldü.

amberPlatform Türkiye’de yaşayan ve çalışan sanatçıların çalışmalarının yurt dışında sergilendiği projeler üretti ve işbirlikleri yaptı. Luna Park 2009’da, amberPlatform ve Dortmund merkezli Artsceneco işbirliğiyle gerçekleşti ve Münih, İstanbul ve Dortmund’da sergi-performanslar düzenlendi. Bu etkinliklerde amberPlatform Ekmel Ertan’ın küratörlüğünde, Türkiye’den yeni medya sanatçıları ile katıldı.

“Intercult Playface” amberPlatform ve Linz’den Interface Culture işbirliğiyle 2011’de Viyana’da Museum Quarter’da gerçekleşen bir başka sergiydi.. Ekmel Ertan, Martin Kaltenbrunner ve Georg Russegger’in ortak küratörlüğünü yaptığı bu sergiye Türkiye’den işleriyle Nagehan Kuralı, Osman Koc, Muharrem Yıldırım, Aytac Kanacı, Ahmet Türkoğlu, Murat Durusoy, Selin Özcelik katılmıştı.

TodaysArt Festival işbirliği ile Hollanda’da Denhag’da 2012’de amberPlatform, Ekmel Ertan ve Fatih Aydoğdu’nun küratörlüğünü yaptığı “Müşterekler Zamanı: Türkiyeden’den Yeni Medya Sanatı” sergisini düzenledi. Candaş Şişman, Osman Koç, Mehmet Erkök, Sertaç Öztürk, Ali Miharbi, Ebru Kurbak, Bager Akbay, Fatih Aydogdu, Onur Sönmez, Jaak Kaevats, Özgün Kılıç, Sedef Aydoğan, Özlem Alkış, Ahmet Sertac Öztürk, Selin Özçelik ve Nagehan Kuralı’nın işleri ile Türkiye’den yeni medya sanatı ilk kez yurtdışında bu kapsamda sergileniyordu. Bu sergideki işlerin bir bölümü aynı yıl HBK işbirliğiyle Almanya’da Saarbrucken’de sergilendi. Bu sergi Hollanda ile Türkiye arasındaki siyasal ilişkilerin 400’üncü yılı kutlaması dolayısı ile Dış İşleri Bakanlığı tarafından desteklendi. Bu devlet tarafından desteklenerek yurtdışında sergilenen ilk yeni medya sergisi oldu.

 

V

2005-2006 yıllarında Bilgi Üniversitesi yeni kampüsüne taşınmaya başladı. İlham verici bir eski elektrik santraline eklemlenmiş bir çağdaş sanatlar müzesi de içeren bu mekan yeni pratikler yaratmak anlamında yeni medya sanatları için yeni olanaklar sundu. Track sergileriyle ve yetiştirdiği öğrencilerle yeni medya tasarımı/sanatı alanına en fazla katkıda bulunmuş kurum olan Bilgi Üniversitesinin Görsel İletişim Tasarımı bölümü de bu olanakları ve heyecanı paylaşıyordu. 2005’de VCD öğrenci işleri sergisi Track’ı Ars Electronica bünyesinde Linz’de açtı. Bu yeni medya için olduğu kadar eğitim çıktılarının düzeyi açısından da önemli bir başarıydı.

Yeni kampüste, üniversitenin Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Bölümü de workshoplar düzenleyerek ve eğitim programlarında yeni teknolojilere yer vererek alana katkıda bulundu. Aylin Kalem ve Beliz Demircioğlu tarafından başlatılan bir sanatçı platformu olan BODİG de burada 2008 de faaliyete başladı, yeni teknolojilerin kullanıldığı dans ve performans workshoplarıyla bir süre aktif olarak devam etti.

Son yılların oldukça heyecan veren girişimlerinden biri Güven Çatak’ın Bahçeşehir Üniversitesinde başlattığı oyun laboratuarı “Bug” idi. Oyun tasarımlarının yanı sıra, Türkiye’deki oyun endüstrisi hakkında hazırlanan bir belgeselin yapımına katıldılar. Ayrıca online ders notu yayınlamaya devam ediyorlar. Uzun dönemdeki planları Türkiye’de ilk olacak bir oyun tasarımı bölümü açmak, bunun ilk adımı olarak 2014-15 eğitim yılında Oyun Tasarımı Yüksek Lisans programı başladı. Oyun medya sanatının önemli alt alanlarından biri o yüzden bunun Türkiye’deki medya sanatına da katkıda bulunacağını düşünüyorum.

2009’da hayatına başlayan Kurye Video Organizasyonu, iki video festivali, video arşivi ve bir çok etkinlik organizasyonunun yanı sıra, yeni medya ve tasarım çevresinde, yurt dışındaki farklı festivallerle anlaşarak birkaç sene farklı yeni medya festivallerinin Türkiye ayağını organize ettiler ama bunlar devam etmedi. 2011’de Kurye Festival “Space Invaders” başlığıyla Oyun üzerine gerçekleşti. Yapı endüstri Merkezinde gerçekleşen bu festival iyi bir içerikle oyun konusuna odaklanmıştı. Oyunla ilgili ilk etkinlik Gamerz[7] Festivali işbirliği ile 2008’de amberFestival içerisinde Türkiyeli ve Avrupalı sanatçıların katılımıyla gerçekleşmişti. amber’08 festival sergisi, oyunun Türkiye’de böyle bir bağlamda ilk izleyici karşısına çıkışı olmuştu.

Kurye Video Organizasyonunun kurucu ve yöneticileri olan Irmak Arkman ve Ceren Arkman son iki senedir Contemporary İstanbul içerisinde Plugin ismini verdikleri bir medya sanatı bölümünü organize ediyorlar. Genellikle yurt dışından ve Türkiye’den seçilmiş video ve yeni medya işlerinden oluşan bu bölüm, yeni medya işlerinin de sanat pazarında temsili açısından bir ilk oluyor. Galeriler her zaman ticarete işaret etmeyebiliyor, fakat Contemporary İstanbul’un içerisinde yeni medyanın bir bölüm olarak yer alması ve özellikle CI 2014’de Candaş Şişman ve Deniz Kader’in holografik işinin görece yüksek bir fiyata alıcı bulması alandaki ilginç bir değişime de işaret ediyor.

Plugin yeni medyanın Türkiye’de sanat fuarına ilk girişi değil; önceki senelerde de Candaş Şişman’ın da aralarında olduğu bazı sanatçıların işleri bağlı oldukları galeriler üzerinden fuarlarda yer almıştı.

Öte yandan Türkiyeli yeni medya sanatçılarının işleri çeşitli özel koleksiyonlara ya da müze koleksiyonlarına da girdiler. Bunlar arasında Candaş Şişman, Deniz Kader, Selçuk Artut, Ali Miharbi ve Burak Arıkan isimlerini sayabilirim. Bu aslında, sanatçılardan bilgi alarak bu tarihçeye eklemek gereken konulardan biri.

2009’da santralistanbul Türkiye'nin en kapsamlı yeni medya sergisini açtığını ilan ediyordu. Bilgi Üniversitesi VCD Bölümü Başkanı İhsan Derman ve serginin eş küratörlerinden öğretim görevlisi Ahmet Atıf Akın ve ZKM küratörü Bernhard Serexhe tarafından düzenlenen sergi ZKM koleksiyonundaki işlerden ve VCD’nin öğrenci işlerinin sergilendiği Track sergisinden oluşuyordu. ZKM koleksiyonu ile alanın önemli işleri ilk defa toplu halde Türkiye’de sergileniyordu. Bu sergi doğrudan yeni medya ile ilgilenmeyen bir çok kişinin de aklında kalan bir sergi oldu. Aynı sene Helsinki’den PixelAche işbirliğiyle santralistanbul’da daha çok öğrencilere yönelik atölye çalışmalarından oluşan bir uydu festival olarak Pixelist de yapılıyor.

Pera Müzesi 2010 yılında Japon Medya Sanatları Festivali sergisine ev sahipliği yaptı. Borusan Müzik Evi 2010 ve 2011 yıllarında iki yeni medya seçkisini “Madde-Işık (2)” başlığıyla sergiledi. Bu üç sergi de izleyiciler için iyi birer deneyimdi.

2011’de ISEA Sabancı Üniversitesi işbirliği ile İstanbul’da gerçekleşti. [ISEA bir grup akademisyenin 1998’de başlattığı sempozyumu organize etmek için 1990’da Hollanda’da Inter-Society for the Electronic Arts olarak kuruluyor, sonra adı International Symposium on Electronic Art oluyor. ISEA sanat, bilim ve teknoloji alanında çalışan uluslararası birey ve organizasyonlar arasında disiplinler-arası akademik söylemi yaymak, bilgi ve deneyim değiş-tokuşunu geliştirmek amacıyla kurulmuş kar amacı gütmeyen bir yapıdır. Kurulduğu tarihten beri farklı ülkelerde yerel üniversitelerle işbirliği yaparak sempozyum, panel, atölye çalışması ve sergiler düzenler.] Lanfranco Acetti’nin baş küratörü Özlem Şahin’in büyük bir bölümünün küratörlüğünü yaptığı Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi, Şirketi Hayriye Sanat Galerisi, Kasa Galeri, Çemberlitaş Hamamı, Nuru Ziya Suits gibi şehre dağılan ve bir kısmı kamusal alanda gerçekleşen ISEA 2011 bu alandaki en büyük sergi oldu. Bu ayrıca İstanbul’un alanın en büyük akademik etkinliklerinden birine ev sahipliği yapması bakımından da önemliydi.

2014’de açılan sergilerden biri de santralistanbul Kampüsü, Enerji Müzesi’nde, tanıtım yazısına göre, Yeni Medya Sanatında Akışkan Gerçekçiliği konu edinen,  Türkiye’den ve Sırbistan’dan sanatçıların katılımıyla gerçekleşen “Formsuz” sergisinin küratörlüğünü Derya Yücel ve Una Popovic üstleniyordu.

 

VI

Türkiye’de açılan kişisel yeni medya sergilerini de tarih sırasıyla analım. Burak Arıkan 2009’da Delüks prodüksiyonu ile boş bir apartman dairesinde tek eserden oluşan bir sergi açıyor. Sergide Ergenekon.TC sergileniyor. Bu iş sanatçının daha sonra üzerinde uzun süre çalışacağı, çeşitli araçlar ve eserler üreteceği düğüm diyagramları ve ağ yapıları üzerine çalışmasının ilk örneğini oluşturuyor. 2010’da Selçuk Artut Amerikan Hastanesinin sergi salonu Operation Room’da A/B sergisini açıyor. 2012’de Refik Anadol, Plevneli Project’te Şüpheli Müdehaleler, 2013’de Ali Miharbi Pilot’ta Ruhun Mekanik İşleyişi ve 2014’de Selçuk Artut Galeri Zilberman’da Verisel Gerçeklik başlıklı sergilerini açıyorlar.

Kişisel sergilerin ve amberFestival sergilerinin dışında Türkiye’de ve tamamı Türkiyeli sanatçıların yeni medya işlerinden oluşan ilk galeri sergisi de Ebru Yetişkin küratörlüğünde 2015’de Blok Art Space’de açılan Dalgalar sergisi. Bu sergideki isimlere bakarsak Osman Koç, Candaş Şişman, Deniz Kader (NOAH), Refik Anadol, Ozan Türkkan gibi tanıdık isimlerin dışında, Korhan Erel, Alper Derinboğaz gibi sırasıyla müzik ve mimarlık alanından gelen ama kariyerlerinde hep yeni medyayı kullanmış olan sanatçılar ve Buşra Tunç gibi yeni medya alanına hızla ve başarıyla giren yeni sanatçılar görüyoruz. Ebru Yetişkin İstanbul Üniversitesinde İletişim, Radyo-Tv-Sinema okuyup Mimar Sinan’da Sosyoloji Bölümünde Kolonyalizm üzerine doktora tezini tamamladıktan sonra İTÜ’de Sosyoloji, Medya ve Toplum üzerine ders vermekte. Yetişkin 2010‘dan bu yana eleştiri yazıları, makaleler ve oluşturduğu ağ ile yeni medya alanda etkin olan bir eleştirmen ve küratör.

Borusan holding yönetim kurulu başkanı Ahmet Kocabıyık, Eylül 2011’de Skylife dergisine, o sıralarda Perili Köşk’te açılacak olan Borusan Contemporary için verdiği röportajda “Perili Köşk için sonrasını düşünmedik. Bizim nihai hedefimiz yeni medya üzerine bir müze açmak. Her şeyi planladık. Beş sene sonra inşaatı başlayacak. Yeri Salıpazarı’ndaki binamız. Borusan Contemporary ile insanların ayakları alışsın, bir izleyici kitlesi oluşsun. Sonra orada devam… “ diyor. Kocabıyık’ın Türkiye’de yeni medyaya yatırım yapan az sayıdaki koleksiyonerlerinden birisi olduğunu ve şimdiden geniş bir yeni medya eserleri koleksiyonu olduğunu biliyoruz.

İstanbul Sanat ortamı, ya da daha uygun bir deyimle sanat piyasası, son yıllarda büyük hareketlilik gösterdi. Artık sanat galerilerinde, güncel sanat sergilerinde tekil yeni medya eserlerine daha çok rastlıyoruz. Sanat piyasası diyorum çünkü sanat artık tamamıyla özel sektöre bırakılmış durumda, onun kontrolünde; devlet –dolayısı ile geniş anlamıyla kamu- artık bu konuda gerçek bir aktör değil.

İlk defa 2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti sıfatını taşıdığında çağdaş sanat alanında çalışan bağımsız sanatçı ve girişimler 2010 AKB Ajansı aracılığıyla devlet tarafından desteklendiler. Bu deneyim, devlet ve sanatçıların birlikte çalışabileceği pratiğin ve prosedürlerin henüz gelişmediğini gösterdi. Ne yazık ki buna ve kendi içindeki tüm yanlışlarına rağmen sanatsal açıdan İstanbul için hareketli ve başarılı bir yılın ardından, Avrupa parası ve ilgisi çekilince geriye hiç bir şey kalmadı. Devlet İstanbul 2010 sırasında kazanılan karşılıklı deneyimin üzerine çağdaş bir sanat ve kültür ortamının temellerini oluşturabilecek yapıları kurmaktan veya korumaktan imtina etti. Sonunda bugünkü durum, neredeyse bütün büyük ulusal şirketlerin kendi kültür kurumlarına sahip olduğu, sadece ticari galerilerin mevcut olduğu, - sinema veya geleneksel sanatlar dışında- hiç bir belediye veya devlet desteği olmayan, İstanbul’un tek çağdaş performans sahnesi –kolektif olarak kurulmuş- Garajİstanbul’u ayakta tutabilecek kadar bir seyircinin aslında olmadığını fark ettiğimiz, bir sanat kenti kaldı elimizde.

Böylelikle şirketler ve koleksiyonerler sanat ortamının belirleyicileri haline geldiler. Temel piyasalar zamansal değişikliklere daha yavaş cevap verdiği ve Türkiye sadece Batı sanat piyasasının bir takipçisi olduğu için, elimizdeki nihai sonuç şu anda konvansiyonel bir sanat piyasası. Bu piyasandan yeni medya sanatçıları da elbette pay almaya çalışıyor. Ancak Türkiye sanat dünyasında kamusal desteğin eksikliği ortamı finansal güç sahiplerinin manipülasyonuna açık bırakıyor; sanatçılar, sanatçı gurupları ve bağımsız kurumlar ise seslerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Konvansiyonel ile kastettiğim de bu aslında, alternatif seslerin dahil edilmediği ve duyulmak istenmediği, meta olarak sanatı kutsayan bir konvansiyon var!

 

VII

Böyle bir sanat ortamında, özellikle de niş bir alan olan yeni medya sanatı alanında çalışan sanatçıların çoğu, ya ikinci –veya asli- iş olarak akademide çalışıyorlar, ya yeni medya alanındaki bilgi ve becerileriyle tasarımdan para kazanıyorlar ya da yurtdışındaki –akademik veya tasarım- bağlantıları ile kariyerlerini sürdürüyorlar.[8] Türkiye’de sanatsal kariyerini yeni medya alanında yapan az sayıda sanatçı var, bildiğim kadarı ile yaşamını sadece sanatsal pratiği ile sürdüren bir iki örnek var.

Ebru Kurbak İTÜ’de mimarlık eğitimi aldıktan sonra Bilgi Üniversitesi VCD bölümünde eğitmen olarak çalışan sonra eğitimine Linz’de devam edip şu sıralarda doktorasını tamamlamak üzere olan, Viyana’da yaşayan bir sanatçı. Kurbak, Mahir Yavuz ile ürettikleri Haber Örücü başlıklı ortak çalışma ile tanındı. Bu yarı politik çalışma veri görüntüleyen, özellikle de Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili haberleri içeren kazaklardan oluşuyor. Google’dan belirli bir sürede toplanan veriler, özel bir yazılım aracılığıyla görselleştiriliyor, bu görseller kazakların motiflerini oluşturuyordu. Kurbak giyilebilir teknolojiler üzerine çalışıyor. Son dönemdeki araştırması elektroniği tekstile uyarlamak. Bu bağlamdaki son işlerinden birisi giyilebilir radyo-kazaklar. Ebru bilimsel araştırmaları ile desteklediği ve geliştirdiği özgün teknolojilerle yarattığı sanatsal işleriyle uluslararası alanda tanınan sanatçılardan birisi.

Burak Arıkan Türkiye’nin uluslararası tanınırlığa sahip yeni-medya sanatçılarından. Türkiye’de inşaat mühendisliği lisans eğitimi ve medya tasarımı yüksek lisansı yaptıktan sonra Eğitimine devam ettiği MIT’de çeşitli konularda çalıştı ve bir çok uluslararası sanatçıyla işbirliği yaptı. Uzun bir dönem Network Mapping (Ağ haritalaması) üzerine çalışan sanatçı farklı alanlarda ve ortamındaki aktörlerin aralarındaki ilişkileri incelemeye yarayan sanatsal bir araç olarak sistemler ve sanatsal çıktılar üretti. Bu yöntem ve araçla yaptığı çalışmalarla Ergenekon.TC, Koleksiyonerler ağı, Mülksüzleştirme ağları gibi çok önemli ve sosyal yansımaları olan eleştirel işler üretti. Bir çok işinin arasında eleştirel önemi açısında Mypocket’i anmak isterim. Arıkan’ın işleri hem kuramsal ve politik arka planı hem de uygulaması bakımından derin bir araştırmaya dayanıyor. Arıkan’ın bir önemli özelliği de ağ oluşturmaktaki başarısı ve aktivist ve lider kişiliği ile etkin ve geniş sanatsal örgütlenmeler yaratabilmesi.

Ali Miharbi eğitimini ABD’de tamamlayan bir başka medya sanatçısı. RTÜK Firefox için yazılmış bir plug-in; anonim kullanıcıların bulundukları web sayfasında sakıncalı buldukları yerleri sansürlemesini sağlıyor. Çalışmanın adı Türkiye’de halen faaliyette olan devlet sansür kurumuna referans veriyor ve Internet politikalarını eleştiriyordu. Bu iş Miharbi’nin erken dönem web sanatı işleri arasında sayılabilir. Miharbi’nin yüz takibi yazılımı kullanarak yarattığı Delegation (Vekalet) ve Faces on Mars (Mars’ta Yüzler) önemli işleriydi. Üretken bir sanatçı olan Miharbi, son zamanlarda, hareket paternleri yaratan makinalar ve veri işleyen mekanik sistemler üzerine çalışıyor.

Candaş Şişman İzmir’de güzel sanatlar lisesinden sonra Anadolu Üniversitesinde animasyon Okuyor. Deniz Kader ile birlikte NOAH Lab’ı kuran Candaş uluslararası ölçekte en tanınmış media sanatçılarından biri. Candaş hareketli grafiklerle başladığı sanat üretimini sürekli olarak çeşitlendiriyor ve giderek etkileşimli işlere ve fiziksel yerleştirmelere doğru kayıyor. Candaş işlerini Ars Electronica da dahil olmak üzere pek çok yerde sergiledi ve ödüller aldı.

Osman Koç, Sabancı Üniversitesinden mekatronik mühendisliğinden mezun oldu. Üniversite yıllarından başlayarak sanat alanına olan ilgisini pratiğe döktü, henüz mezun olduğunda yeni medya sanat ve tasarım çevrelerinde aranan bir isim haline gelmişti. Bugün Türkiye’de gerçekleştirilen birçok yeni medya işinde Osman’ın dahli vardır. Alana hem sanatçı olarak hem de bilgi ve becerileri ile sanatçılara çözüm üreten bir mühendis olarak önemli katkı sağlamaktadır. Yeni medya alanına ve sanatına ilgi duyan gençler için de bir rol modeldir.

Selçuk Artut, lisans derecesini Koç Üniversitesi Matematik Bölümü'nden, yüksek lisansını Londra Middlesex Üniversitesi Sesnel Sanatlar Bölümü'nden aldı. Doktorasını Medya İletişim Felsefesi üzerine tamamlamıştır. Artut Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı'nda Ses, Etkileşim Sanat ve Tasarımı, Teknoloji, Kültür ve Sanat Felsefesi üzerine dersler veriyor. Artut'un alandaki üretken sanatçılardan biri. Katıldığın sergilerin ve iki kişisel sergisinin ve dışında “Data Reality” ve “Teknoloji İnsan Birlikteliği” başlıklı iki kitabı da var.

Mahir Yavuz, Bilgi Üniversitesinde GİT departmanında eğitimini tamamlayıp aynı okulda eğitmen olarak çalıştıktan sonra Linz Sanat Üniversitesi Interface Culture (arayüz Kültürü) programında yüksek lisansını tamamladıktan sonra Ars Electronica Future Lab’da araştırmacı olarak çalıştı. New York’da tasarımcı olarak çalışan Yavuz’un sanatsal üretimi dinamik veya statik biçimlerde sunduğu veri görselleştirme işlerine odaklanıyor.

Ozan Türkkan da eğitimini İstanbul, Phedelphia ve Salamanca’da tamamlamış uzun süre yurt dışında yaşamamış halen yaşamını Türkiye ve Avrupa’da sürdüren bir sanatçı. Çeşitli uluslararası sergiler ve ortak çalışmalar için genellikle algoritmik ve generatif görseller üretiyor, kendi programladığı işleri video veya etkileşimli enstalasyonlar olarak sunuyor. Son dönemde kendisinin inşa ettiği hologram sistemi gibi araştırmaları ile bu görselleri farklı mecralara taşıyor.

Pınar Yoldaş, çok belirgin bir kendine özgülükle çok farklı malzeme, teknik, teknoloji ve kavramla çalışıp farklı işler üreten bir sanatçı. Pınar Türkiye’deki yeni medya sanatçıları arasında elektronik ve software dışındaki alanlara el atmış tek sanatçı. Biyoloji, genetik, yeni organ ve beden tasarımları, yeni yaşam biçimlerini konu edinen, nörologlarla işbirliği yapan, çalışmaları uzun araştırmalara dayanan yeni araştırma alanları ve kavramlara dalmaktan çekinmeyen ve her birinde kavramsal ve zanaatsal olarak mükemmelleştirilmiş sonuçlara varan bir sanatçı. Yoldaş ODTÜ’de mimarlıkla başlayan eğitimini Bilgi Üniversitesi, İTÜ, California Üniversitesinde sırası ile MA, MS ve MFA dereceleriyle devam ettirmiş. Düke Üniversitesinde Bilişsel Sinirbilim sertifikası almış halen aynı üniversitede doktora çalışması yapmakta; Viyana’da sanatçı olarak yaşamını sürdürüyor.

Refik Anadol, Bilgi Üniversitesi GİT departmanında öğrenci iken fotoğraf, hareketli görseller ve mapping ile başladığı sanatçı kariyerini aynı alanlarda sürdürerek büyük boyutlu işler sipariş edilen uluslararası tanınmış bir sanatçı haline geldi. Yaşamını Kalifornia’da sürdüren Anadol’un son işlerinden biri, 2014’de Los Angeles’te Walt Disney konser salonunda, Esa-pekka Salonen tarafından yönetilen Los Angeles Filarmoni Orkestrasının çaldığı Varese’nin Ameriques’ine eşlik eden dinamik mimari görselleştirme ve performansı idi. Anadol, tek bir alanda uzmanlaşarak, kariyerini alışık olduğumuz örneklerin dışında sürdüren bir sanatçı, tasarımcı.

Memo Akten, Boğaziçi Üniversitesinde inşaat mühendisliği, Cavendish Colledge’de bilgisayar animasyonu okuyan, Londra’da yaşayan bir sanatçı ve tasarımcı. 1980’lerde İstanbulda zamanın 8-bit bilgisayarları ile müzik ve grafik programlamalar yapan Akten eğitiminden sonra, erken dönemde, bu alanın –hem ticari hem sanatsal olarak- canlı olduğu Londra’ya yerleşip kariyerini orada oluşturuyor. Akten, birçok başarısının yanı sıra 2013’de Ars Electronica’da Golden Nica ödülünü aldı... Esasen Türkiye’de yeni medya alanını anlatırken Akten’i anmanın pek anlamı yok, çünkü Akten’in çocukluğunu ve gençlik yıllarını saymazsak, kariyerini geliştirmesine imkan veren ve içinde bir aktör olarak etkili olduğu çevre Londra. Sonrasında da Akten’in Türkiyedeki yeni medya ağı ile bir ilişkisi olmuyor. Benim burada Akten’i anmamın nedeni aslında bu duruma da işaret etmek, böyle başka sanatçılar da olmalı.

Aslında bu alandaki eğitimin, profesyonel ve sanatsal ortamın yetersizliğinden dolayı bu alanda çalışan çoğu sanatçı özellikle Burak Arıkan, Ozan Türkkan, Ali Miharbi, Ebru Kurbak gibi erken dönemde alana girenler, eğitimlerinin ve kariyerlerinin bir dönemini yurt dışında geçiriyorlar. Ama bir şekilde Türkiye’deki yeni medya sanatı ortamına dahil, ilişki içerisinde ve etkinler.

Bu sanatçıların hepsi dijital bir geçmişe sahip değil ancak konvansiyonel bir sanat eğitiminden ve pratiğinden de gelmiyorlar. Türkiye’de yeni teknolojileri ve medyayı kullanan bir çok tanınmış sanatçı mevcut ancak onları burada yeni medya sanatçıları olarak anmadım. Bunun bir nedeni yeni medya ve teknolojilerin işlerinin ana aracı olmaması, bu tip çalışmalar yapsalar bile bunların sanatsal repertuarlarını oluşturmaması. Diğer bir neden ise işlerinin ve kavramsal geri planının yeni teknolojilerin ve yeni medyanın dönüştürdüğü dünyamızın problematikleri üzerine inşa edilmemiş olması. Bu durum işlerin önemini azaltmıyor ama -bence- farklı bir sanatsal yaklaşım ve yöntem yeni medya sanatçılarını diğerlerinden ayırıyor. Bu yaklaşımı Burak Arıkan Güncel Sanat Tartışmaları Dizisi çerçevesinde Mimar Sinan’da düzenlenen, “Yeni Medya ve İşlemsel Sanat” başlıklı konuşmanın çağrı metninde şöyle ifade ediyor: “Neden yeni medya deyince web2.0 dalgasından, Photoshop tekniklerinden, video sanatından bahsetmiyor da ağlı bağlı hayattan, merkezden-kitleye iletişimden, sosyal ağ hortumlamasından, kitlesel ifade özgürlüğü engellemesinden, DNS ayarlarından, temsilsiz demokrasiden, dağıtık iktidardan, medya arkeolojisinden bahsediyoruz. Neden işlemsel kelimesini İTÜ Bilgisayar Fakültesi’ndeki Mikro İşlemciler dersinde kullanıldığı gibi veya Bir Kelime Bir İşlem yarışmasındaki gibi değil de sanat kelimesinin önünde işlemsel sanat diye kullanıp diziyoruz elektronik sivil itaatsizlik, protokollü toplumsal denetim, kitleden-kitleye mesajlaşma, bilgi görselleştirmesi, manevi emek sömürüsü, diyagramlar, tarifeler, tersine stratejiler, ağların savaşı?”

Burada başta sözünü ettiğim noktaya dönerek şunu ekleyeyim. Burak’ın bu yaklaşımı yeni medya sanatına -ve sanatçısına- bir misyon yüklüyor. Benim de yeni medya sanatına dair başta kurduğum çerçeve yeni medyayı sadece bir araç veya medyum meselesi olmanın ötesine taşıyor. Yeni medya sanatına dair bölünme burada gündeme geliyor. Bir kısım sanatçı eleştirel içeriği güncel sanatın sınırları içerisinde bu medyum ve araçlarla sürdürüyor, bu çerçevede yeni medya güncel sanatın bir bölümünü teşkil ediyor, öte yandan yeni medyayı bugünkü dönüşümün oyuncusu olarak gören bir grup sanatçı, festival, veya girişim, o oyuncuyu, oyunu tersine çevirmek için kullanmaya çalışıyor; ki bu da yeni medyanın bir karşı akım olarak sürmesi anlamına geliyor. Sanıyorum Türkiye’de de yeni medyanın geleceği bu iki kanalda birden akacak!

Kişilerden söz etmişken Bager Akbay’ı anmadan geçemeyiz. Bager Yıldız Teknik Üniversitesinde lisans eğitimden sonra Linz’de Interface Culture programında yüksek lisansını tamamladı. Plato Meslek Yüksek Okulunda bir süre eğitmen ve bölüm başkanı olarak tasarım öğrettikten sonra çeşitli alan ve konulara yayılan üretim, araştırma ve eğitim çalışmalarını İskele 47’de sürdürüyor. Bager Akbay sanatçı olarak ürettiği işlerin yanı sıra bireysel varoluşu ile de alanda hem önemli bir düğüm noktası hem önemli bir eğitmen hem yaratıcı fikir ve girişimlerin motoru olarak taşıyıcı bir rol oynar. İskele 47’nin kendisi de özgün bir model olarak ele alınmaya değer bir mekandır. Bir sonraki tarih yazımında bir çok işin, hareketin ve kişinin oradan yola çıkmış olduğunun görülmesi pek mümkündür.[9]

Son olarak -bu yazının da yazılma sebebi olan- 16 Aralık 2014 – 21 Şubat 2015 tarihleri arasında Akbank Sanatta gerçekleştirilen “Post Dijital Tarihçeler: 1960’ların ve 1970’lerin Medya Sanatından Kesitler” sergisinden de söz etmek gerek. Küratörlüğünü Ekmel Ertan’ın yaptığı Darko Fritz’in eş küratörü olduğu bu sergi yeni medya sanatının tarihine bakan, Türkiye’deki ilk sergi. Özellikle 1966’da New York’ta gerçekleşen “9 Gece: Tiyatro ve Mühendislik” ile, 60’ların başında Zagreb’de oluşan “Yeni Eğilimler” hareketinin 1968-73 arası dönemine odaklanan sergi değerli bir kaynak sunuyor. Serginin üçüncü parçası olan Offline Medya Köşesi zengin bir kitap seçkisinin, Neural dergilerinin tüm sayılarını yanı sıra Transmediale ve Ars Electronica festivallerinin 30 yılı aşkın arşivini offline ve online olarak izleyicilere sunuyor. Böylelikle ilk halka açık geniş bir yeni medya arşivi de bu sergi ile derlenerek Akbank Sanatın kütüphanesinde kullanıcılara sunulmuş olacak. Bu sergi Türkiye’deki sanat izleyicisi ve sanatçılara yeni medya tarih(çeler)ine bakmayı önermesi ve kaynaklarını sunması açısından önemli idi. amberPlatform’un işbirliği ile gerçekleştirilen bu serginin bir diğer önemli katkısı ise Sanat ve Elektronik Medya online arşivinin (artelectronicmedia.com) Türkçeleştirilmesi ve Türkiye’deki sanatçı ve etkinliklerin arşive eklenmesi.

 

VIII

Yeni medya sanatının kısa ama yoğun tarihine bakmak bugüne dair algımızı derinleştirmek için, hatta olup biteni anlamak ve geleceği öngörebilmek için gerekli araçlardan bir tanesi. Çünkü teknoloji günlük hayatımızda işlevsel yanıyla, doğrudan ve tartışmasız bir kabulle giriyor. Yeni medya sanatçısı bu ardı ardına gelen kabullerin bizi nasıl bir geleceğe taşımakta olduğuna dair öngörüde bulunuyor ve bu öngörüsünü topluma iletebiliyor. Bunu büyük ölçüde, hem çalışma alanı dolayısı ile sahip olduğu farkındalık, hem de kullandığı araçların sağladığı olanaklar sayesinde yapabiliyor.

Yeni Medya Sanatı yaşadığımız hızlı değişime eşlik eden, her aşamasında değişimi görünür kılan, övgünün yanı sıra ve yoğunlukla eleştiren ve tehlikelere işaret eden, teknolojiyi sorunsallaştıran belki de tek alandır. Bu yüzden yeni medya sanatının tarihi aslında eleştirel bir teknoloji tarihidir. Bugün her şeyden çok bu eleştirel bakışa ihtiyacımız var. Teknoloji gündelik yaşamımızın tüm alanlarını yeniden düzenlerken, kişisel gizlilik haklarımız ciddi biçimde tehdit altındayken, gözetim uluslararası politik bir mesele haline gelmişken, bilgiye erişim hakkı kısıtlamalarla boğuşurken, bugüne kadar yazılmış bütün distopik romanlar vitrinlerin ön saflarına taşınmışken yani bir dizi etik değişikliğin de facto, yaşama zerk edildiği bir dönemde en çok ihtiyacımız olan şey tüm bunları mümkün kılan teknolojiye eleştirel bir bakış sağlayacak aralığı açmak, genişletmek. Yarın entelektüelin işlevini hacker mı üstlenecek yoksa hala organikleşmemiş entelektüelden bahsedebilecek miyiz? Sanatçı nerede duracak?

Sadece bu tarihe değil bu tarihin nasıl yazıldığına da bakmak gerekiyor; yeni medya sanatı tarihinin nasıl olup da  teknolojinin, bilimin ve sanatın tarihinden farklı yazıldığını,  süreç içerisinde kendi kavramsal alt yapısını da oluşturarak, kolektif bir biçimde kendisini nasıl var ettiğini anlamak bugünü ve yarını, sanatı ve teknolojiyi anlamak için büyük önem taşıyor.

Bugün teknolojinin hızı tarihi kısaltıyor; ya da başka bir analoji ile, zamandaki değişimin yoğunluğu zamanı genişletiyor. Tarih yazımı bu değişimin içerisinde tutunabilmenin araçlarından birisi haline geliyor. Tam da bu yüzden en kısa mesafeli tarih yeni medya sanatı tarihidir, çünkü içinde savrulduğumuz hortuma dışardan bakma ve ilişkilendirerek anlama olanağını sadece o verir. Son yıllarda bu kısa tarihi ele alan çok sayıda serginin açılması, çok sayıda kitabın yazılması, medya arkeolojisi gibi bir alanın ortaya çıkması bu ihtiyaçtandır.

Yeni Medya Sanatı tarihi söz konusu olduğunda, tarihi yazanlarla yaratanların aynı komünite olmasının rolü büyük ve belirleyici. Yeni Medya Sanatı Tarihi iktidarın, gücü elinde tutan kurumların değil tam tersine iktidar karşısında güçsüz olan sanatçının yazdığı tarihtir. Tam da yeni medya, yaratıcısına kendi tarihini yazmanın olanaklarını vermiş ve onu zorlamıştır. Hemen her şey henüz taze iken, bilgi kirlenmeden ve yaratıcıları tarafından yazılan bu tarih belki de tek gerçek tarihtir ve aynı nedenlerle en sübjektif tarihtir. Bu nedenle bu makalenin başlığı da kendisini Tarih değil, bir Tarihçe olarak betimliyor.

 

IX

Dünyada olduğu gibi biz de hızla yeni medyanın tarihini yazmaya giriştik. Bu konuda Merve Çaşklurlu’nun Türkiye’de yeni medya sanatının tarihini ele alan “New Media Art In Turkey” başlıklı tezi[10] çok yararlandığım ve Bilge Hasdemir’in tezi “Toplumsal Bir Süreç Olarak Sanat: Yeni Medya Sanat Formunun Melez İnşası”[11] yine alana bakan çok iyi bir çalışma. Bunların dışında benim 2010’da makale olarak yayınladığım[12] ve bugün yeni bir versiyonunu anlattığım bu tarihçe var. Bir de Başak Şenova’nın –yazının başında referansını verdiğim- oldukça farklı bir anlatısı var.

Bu kadar içinden ve sıcakken yazmanın hem iyi hem kötü yanları var...

 

Ekmel Ertan, Mart 2015

 

 

 

Notlar:

[1]          Arel'le Mimaroğlu’nu anmam aslında doğrudan yeni medya alanını temsil ettiklerinden değil; ama erken dönemlerinde elektronik müzikle bugün yeni medya dediğimiz alanın daha organik bir ilişkisi var. John Cage, David Tutor örneğindeki gibi, bu anlamda teknolojiyi ilk kullanan da aslında müzisyenler. Yeni medyanın bir ucunda ses hep vardı, hala var. Bu deneysel çalışmalar elektronik müzik olarak ayrı bir alan tarif etmeden önce, yeni medyanın da ilk adımlarının atıldığı melez (hybrid) bir alanda beraber çalışıyorlardı; “9 Gece: Tiyatro ve Mühendislik”te olduğu gibi (“9 Evenings of Theatre and Engineering”,1966, NYC). Türkiye’de dönemin sanatçıları arasında 9 Gece’deki gibi bir işbirliği ve etkilenme var mıydı, bilemiyorum. Bunun için çok azdılar, muhtemelen. Ama Teoman Madra’nın da dönemin elektronik müzik bestecileri ile ilgilendiğini, iletişimi olduğunu ve Mimaroğlunun müziğine görselleriyle eşlik ettiğini (1980’ler AKM, İstanbul) biliyoruz.

Öte yandan Mimaroğlu belki de Türkiye’deki ilk hacker’lardan (DIY, maker) da sayabiliriz. Esasen sanatsal pratiklerini elektronik ve bilgisayar teknolojileriyle ilk ilişkilendirenler oldukları için ve tam da yeni medya sanatçılarında olmazsa olmaz olan meraka, deneyselliğe açık ve geniş ufka sahip oldukları için anmak istedim.

[2]          Bir giriş notu. Bu yazı yeni medya olarak tariflediğim alanla sınırlıdır. Bu alanı nasıl tariflediğim yazının tümünden kısmen anlaşılacaktır. Yazıda ayrıntılı bir tanımını vermiyorum. Fakat bunun başka bir yazıya konu olması gerektiği anlaşılıyor. Bu yazı academia.org’da 20 gün yorumlara açık olarak kaldı. Bu süre içersinde yorum yapanlara teşekkür ederim. Ankara ile ilgili düzeltmeler ve eklentiler bu yorumlar doğrultusunda yazıya girdi. Yine aynı yorumlar doğrultusunda videoyu, ‘online’ videoyu ve dijital fotoğrafı kapsamadığımı, onları yeni medya dediğim alana –en azından doğrudan- dahil etmediğimi belirtmek isterim.

[3]          Bu dönemlerde Ankara’da yeni medya diye andığım alana ait tartışmalar veya işler bulamadım. Andreas Treske’nin 2000 ve sonrasındaki işleri hariç; onları yazıda anıyorum. Ama Ankara’da yapılmış tartışmalar ve onların yarattığı bir heyecan olduğu, bu yazıya yapılan çeşitli yorumlardan anlaşılıyor. Ben iki nedenle Ankara ile ilgili daha fazla derinleşemiyorum. Birincisi Ankara’daki entelektüel çevre her zaman kapalıdır ve gerçek tartışmaları, ne olup bittiğini ancak merkezindeyseniz bilebilirsiniz (bu yorumum, Ankara çevresi ile ilgili son derece kişisel ve bir İstanbullu olarak dahil olamamanın sevimli bir kuyruk acısı olarak kabul edilebilir J). Dolayısı ile bilmiyorum. Bu konuyu içinde olanların yazması, araştırması gerekiyor. Çeşitli kaynaklar bu konuda o dönemi yaşayanlar ve içinde yer alanlardan Ege Berensel, Andreas Treske’yi işaret ediyor. İkinci neden ise bulabildiğim ve öğrenebildiğim kadarı ile bütün tartışmanın video çevresinde geçiyor olması. Ki belirttiğim gibi videoyu bu yazıda konu etmiyorum veya yeni medya altında ele almıyorum.

[4]          Başak Şenova, “Digital-Minded Inquiry: On Digital Culture in Turkey“,http://www.goethe.de/ins/tr/lp/prj/art/med/bgt/trk/enindex.htm (Mart 2015’de erişildi)

[5]          Andreas Treske Ankara’da yaşayan ve üreten bir sanatçı. Bu yazının hazırlanması sırasındaki mailleşmemizden Andreas Treske’nin notunu aynen alıyorum, zira benim yazıda andığımdan daha fazlasına referans veriyor.

“Benim Ankara yaptığım isler... Ben 2000 Ankara ODTU Sanart'da ‘Pikselstreet’ - Interactive Multimedia Installation (3 odalı prefabrik ev gibi) gösterdim - http://treske.bilkent.edu.tr/Web%202001/piksel.html. Bu Mac installation 2001 Split ve 2001 Lisboa sergilendi. 2002 tekrar Sanart ODTU bir grub sergi icinde "AIEOU" demo yaptim - AIEOU bir fare gibi calisan bir futbol tobu, 2003 Ankara Filmfestival Piksel II tekrar gösterdi. 2004 Murat Karamüftuoğlu beraber tekrar ODTU "Blinkeye" Demo gösterdik -https://vimeo.com/52648799 - bu bir Linz basvuru ... 2009 Split "Beni Sevmiyorsun" ... benim eski Powerbook 5300 kendine konusuyor, ondan sonra tekrar Ankara Film Festival "Videocu" - bir interactive video dükkan açtim .... ben hala bazı belgeler toplanıyorum, bazı sergiler fotograflar yok ama (...).”

[6]          amberPlatform ve amberFestival hakkında daha fazla bilgi: http://amberplatform.org,

amber Festival katalogları: https://www.scribd.com/collections/3133283/amber-Art-and-Technology-Festival-and-Conference

[7]          Gamerz Festivali, Aix-en-Provence, Fransa; http://www.lab-gamerz.com/site/category/festivals-expositions/

[8]          Sanatçılarla ilgili ek bilgi için -genellikle- kendi sitelerinden yararlanılmıştır.

[9]          İskele 47, http://iskele47.com/, https://www.facebook.com/groups/1380659988842094/?ref=br_tf

[10]       Merve Çaşklurlu , “New Media Art In Turkey: A Research On Current Situation And A Development Proposal”, Yüksek Lisans tezi, Yeditepe Üniversitesi, 2012

[11]       Bilge Hasdemir, “Toplumsal Bir Süreç Olarak Sanat: Yeni Medya Sanat Formunun Melez İnşası”, Yüksek Lisans tezi, ODTÜ, 2013

[12]       Ekmel Ertan, “Brief History of New Media Art in Turkey”, 2010 http://rozenbergquarterly.com/brief-history-of-new-media-art-in-turkey/

linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram