Bu yazı İPA İstanbul Dergisinin 5’inci Sayısı i,çin kaleme alınmıştır. Dergiye soldaki kapak sayfasından ulaşabilirsiniz.
Dijitalleşme ile hibritleşen kamusal alanda sanatın ve sanatçının -geniş bir izleyici kesimine- “kamuya” erişiminin olanakları da arttı. Kamusal alanın bağlı olduğu ağın birçok düğümünde sanat var. Peki kentin kamusal alanlarında sanat nasıl sergilenmeli, hangi sanat sergilenmeli, sergileme dışında -ötesinde- kamusal alanla -kamuyla- sanat ilişkisi nasıl kurulabilir? Kamusal alanın hibritleşmesinin özgül yanları neler, neyi imkanlı kılıyor?
Ekmel Ertan*
Son otuz yılda şehre dair çok şey değişti. Kamusal alanın fiili olarak yeniden tanımlanmakta olduğu bir dönemdeyiz. Bu dönüşüm hissettirmeden son otuz yılda alttan alta sürüp gitmekte. Önce toplu taşıma araçlarına para yerine -aşamalarla- kartlarla binmeye başladık, sonra araçların içindeki ekranlar hangi durakta olduğumuzu söylemeye başladı. Ardından duraklara otobüsümüzün kaçta o durakta olacağını bildiren LED ekranlar geldi, sonra daha yüksek çözünürlüklü ve daha fazla bilgi içeren ekranlarla değiştirildiler. Ceplerimizde taşıdığımız mobil uygulamalar şehir içindeki gezintimize eşlik eder oldu. Bunların hepsi dijitalleşen hayatımızın kamusal mekana yansıyan uygulamaları idi. Hepsi bir yandan yavaş yavaş öte yandan çok hızlı oldu. Basit ve kısmi görünen bu değişimler aslında tüm yaşantımızı değiştiriyordu. Duraktaki ekrana bakıp beklediğimiz aracın kaç dakika sonra geleceğini öğrendikten sonra cep telefonumuzu çıkarıp Facebook, Twitter ya da Instagram’dan sosyal çevremizdeki son haberlere bakmaya başladık. Sonra WhatsApp’tan bir iki mesaj. Ardından gelen otobüse, kalabalığa, trafiğe vs. dair bir fotoğrafla ne yapmakta olduğumuzu sosyal medya mecralarından birinde ifşa edip otobüse bindik. Bir sinyal sesi seyahatimizin problemsiz ödendiğini belirtti. Güvenli bir nokta bulup çoğu diğer yolcu gibi telefonumuza döndük…
Kamusal alanda var olma ve onu kullanma biçimimiz değişiyor. Meydanda, parkta, otobüste ya da bir sergide iken artık hibrit alandayız; kamusal alan hibritleşti -melezleşti, ‘karma’laştı- ve evet karmaşıklaştı. Bu hibrit alan-lar-da mekan deneyimimiz de farklılaştı. Yerin, bir yerde olmanın anlamı, duygusu değişti. Dijitalleşme kamusal alanı genişletiyor, büyütüyor ve ağın bir parçası haline getiriyor. Taksim Meydanı kentin başka bir meydanına, başka bir kentin başka bir meydanına bağlanıyor, hatta sanal bir meydana ya da, iş yerimize, evimize, odamıza. Taksim Meydanı’nda olma deneyimimiz artık eskisi gibi değil. Eskiden de Taksim’den geçerken diyelim Time Square’de olmayı düşünebilirdik elbet. Ama bu o değil, artık sadece düşünmüyoruz, görsel ya da diğer uyaranlarla Taksim Meydanı deneyimimiz parçalanıyor. Üstelik bu parçalanma herkes için farklı. Sevgilisine Taksim fotoğrafı yollayan, iş yerinden gelen telefona cevap veren, yürürken podcast dinleyen, bir yandan Google arama sonuçlarına bakan, Twitter’da haberleri takip eden, Instagram’a “story” koymaya çalışan… Hepsi ayrı bir Taksim Meydanı’nda ya da hepsinin Taksim Meydanı başka bir ağın parçası, başka bir çoğul deneyimin uzantısı.
Yerin, bir yerde olmanın anlamı, duygusu değişti. Dijitalleşme kamusal alanı genişletiyor, büyütüyor ve ağın bir parçası haline getiriyor. Taksim Meydanı kentin başka bir meydanına, başka bir kentin başka bir meydanına bağlanıyor, hatta sanal bir meydana ya da, iş yerimize, evimize, odamıza.
Sosyal medyanın da parçası olduğumuz -üstelik bir kez dahil olduğumuzda kolaylıkla da uzaklaşamadığımız, içinden çıkamadığımız- bir kamusal alan olduğunu kabul edersek, kentin tüm kamusal alanları bizim oradaki varlığımızla hibritleşiyor, çoğullaşıyor. Biz olmasak da öyle ya, meydan elektronik billboard’larla zaten ağa bağlanmış, genişlemiş durumda. Hatta meydan değil, Beyoğlu’nda Solakzade Sokak’la Balo Sokak’ın kesişimindeki o orantısız heyula ekranla olduğu gibi, şehrin daracık sokakları bile ağa bağlı. Dijitalleşme öncesi eski şehrin sokakları ya da Sultanahmet Meydanı’nda iken “o an, orada” idiniz; kimse sizi görmeden pek bir iz bırakmadan geçip gitmeniz mümkündü. Şimdi her an her yerde! Karşınızdaki dev ekran sizi Balo Sokak’tan alıp başka yerlere götürüyor; o anla, o üç yol ağzıyla ilgisi olmayan şeyler gösteriyor, düşündürüyor size. Güvenlik kameraları görüntünüzü çalıp, bir süreliğine hapsediyor. Gerekirse dönülüp bakılacak, görüleceksiniz.
Bir yanda güvenlik kamerası kayıtları, İstanbul Kart vs. ile bıraktığımız izler öte yandan sosyal medya mecralarındaki izlerimiz ya da kendimizi ifşa edişlerimizle hibritleşen kamusal alanın bu değişimi özel alanla kamusal alan arasındaki ilişkiyi de, bizim “mahremiyet” anlayışımızı da değiştirdi. Artık özel alanın gizliliği, mahremiyetimiz kalmadı, pek de umursamıyoruz bunu. Artık evde, işte, sokakta değil sürekli olarak kamusal alandayız.
Bu dijitalleşme ile hibritleşen kamusal alanda sanatın ve sanatçının -geniş bir izleyici kesimine- “kamuya” erişiminin olanakları da arttı. Kamusal alanın bağlı olduğu ağın birçok düğümünde sanat var. Peki kentin kamusal alanlarında sanat nasıl sergilenmeli, hangi sanat sergilenmeli, sergileme dışında -ötesinde- kamusal alanla -kamuyla- sanat ilişkisi nasıl kurulabilir? Kamusal alanın hibritleşmesinin özgül yanları neler, neyi imkanlı kılıyor?
Sanat kültürün başat bir parçası olarak bireyin hayatında, kültürlenmesinde önemli -olmazsa olmaz- bir araç. Daha özgür bireyler için sanata ihtiyacımız var. Şehir açısından bakınca, daha iyi -daha özgür- yurttaşlar için şehrin sanata ihtiyacı var.
Dijital Sanatın Dönüşümü
Neoliberal döngüde hedeflediği ya da umduğu payı alması için içi boş bir temsil aracı olarak sanat değil. Gösterinin gerçeğin önüne geçtiği zamanımızda, gösteri sadece “arzuya”, teşne olma haline işaret ediyor. Bir tür “kullanılabilirlik” ima ediyor. Sadece göstereni olan sanat yeni tür bir anıtlaştırmaya dönüşüyor. İktidarın -yerel de olabilir- politik gündemini nesneleştiriyor. Eser tabiatı itibarıyla bunu yapıyor veya katkıda bulunuyor olabilir ama olmasa da gösteri dünyasında bu aracılıktan kurtulamıyor. Demeye çalıştığım anıtsal dijital sanat eserleri mi göstermeli şehirde, yoksa -dijitalde de- anıtsallıktan kaçınmalı mı? Böyle bir çerçevede dijital sanat neyi anıtsallaştırır? Neoliberalizmi, tekno-çözümcülüğü (“teknoloji her şeyi halleder!”), gerçek ötesini (post truth), kontrol toplumunu, platform kapitalizmini, tekno-faşizmi? Bizi hayran bıraktırdığı estetiğin ardında ne var? Ya da neyi, ne pahasına eleştiriyor?
Dijital kamusal sanat söz konusu olduğunda pek çok hassasiyet ortaya çıkıyor. Bir kısmı teknolojinin doğası gereği masum ve tarafsız olmaması ile ilgili, bir kısmı ise sahipliği ile ilgili. Son otuz yılda dünyayı baş döndürücü bir hızla dönüştüren dijital teknolojilere ya da değiştirdiği dünyaya eleştirel bir perspektiften, teknolojiinin cazibesine kapılmadan sanatın penceresinden bakabilmek gerekiyor.
Şehirde -kamusal mekanda - dijital sanatı en çok ekranlar ve projeksiyonlar aracılığıyla görüyoruz. Işık yerleştirmeleri, veya mimari-heykelsi formlarda da karşımıza çıkıyor. Etkileşimli yerleştirmeler daha az. Diğer potansiyel alanlarsa oyun ve performans; özellikle arttırılmış gerçeklik -AR- teknolojileri ve teknoloji destekli performans kamusal mekanda etkin işler üretmek için çok zengin potansiyeller sunuyorsa da bu tür örnekler çok az.[1]
Türkiye’de ilk kamusal video mapping uygulaması 2010’da İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından ısmarlanan ve Nohlab tarafından gerçekleştirilen “Yekpare” idi. İstanbul’un 8500 yıllık tarihini konu alan ve beş dakika süren video Haydarpaşa Garı’nın dış cephesine yansıtılıyor ve Kadıköy’den seyrediliyordu. Grafik olarak çok başarılı olan iş bir dijital kamusal sanat uygulaması idi ve yukarıda sözünü ettiğim anıtsal işlerden biri idi. Türünün ilk uygulaması ve bugün de uluslararası ölçekte başarılı işler yapmaya devam eden sanatçılar tarafından üretilmiş olduğu için başarılı bir örnekti. Ama bu tür işler her gün yapılamaz; ne prodüksiyon açısından, ne de hedef kitlesine yönelik sanatsal içerik üretimi itibarıyla. Zaten aynı mekandaki sonraki uygulamalar, 15 Temmuz anısına yapılan video mapping gibi, “gösteri” olarak anıldı. Dijital teknolojiler de tüm diğer teknolojiler gibi, hatta daha fazlasıyla pek çok şeye kadir. Bu örnekler de “dijital kamusal sanat”tan söz ettiğimizde sanatın dijitale değil dijitalin sanata aracılık ettiğini, medyumu olduğunu gösteriyor.
Fotoğraf: https://nohlab.com/work/yekpare
Ekrandaki Sanat
Dünyada özellikle 90’lardan, yani dijital teknolojilerin yaygınlaşmasından ve internetin erişilebilir hale gelmesinden bu yana kamusal mekânda da çok farklı sanatsal uygulamalar yapıldı. Bunların bir kısmı ekran bazlı uygulamalardı. Bu tür uygulamalar 90’lardan bu yana teknolojinin ilerlemesi ve ucuzlamasıyla daha büyük fiziksel boyutlara ulaştı ve sayıca arttı. Gerçi ekranların sayısı arttı ama sanatsal uygulamalar aynı oranda artmadı. Türkiye’de de yeni yüksek binalar medya cepheleri -media facade- denilen bu teknolojileri -çoğunlukla kontrol edilebilir ışık şeritleri veya ekranlar- kullanıyor ama çoğu ekranda ticari reklamların dışında bir içerik görmek mümkün değil. Dünyada az da olsa sanata ayrılmış büyük kamusal ekranlar var, bunların çoğu özel şirketlerin prestij sağlamaya yönelik sanat yatırımları olsa da bazıları kamu yatırımları. Kamu veya özel girişim sahipliğinde olsun, Connecting Cities[2] projesi hibrit kamusal mekanda kültürel içerik sunulmasını sağlamanın kamunun yükümlülüklerinden birisi olduğu fikriyle yola çıkıp bu alanı tartışmaya açmaya çalışan bir araştırma projesiydi.
Connecting Cities projesi bağlamında, kamusal mekanda sergilenen sosyal odaklı ve katılımcı sanat örneklerinden biri 2013 yılında amberPlatform yapımcılığında amberFestival kapsamında gösterilen Mahir Yavuz ve Orkan Telhan’ın “United Colors of Dissent” isimli işi, Beşiktaş Meydanı’ndaki LED ekranda sergilenmişti. Cep telefonlarını ve kamusal ekranları kullanarak gerçek zamanlı etkileşimle çalışan iş, katılımcıların tercih ettikleri dilde bir dizi soruya verdikleri cevapla topladığı verileri görselleştiriyordu. Performans, birbirimiz hakkında sahip olabileceğimiz varsayımları ve önyargıları haritalayan gerçek zamanlı görselleştirmeler yaratarak, kentsel ortamlardaki farklı toplulukların dilsel ve sosyokültürel profillerini yakalamayı amaçlıyordu.
Fotoğraflar: United Colors of Dissent by Orkan Telhan & Mahir M. Yavuz © Engin Gerçek & Emre Veryeri during the Connecting Cities Event in Istanbul 2013 © Public Art Lab
Türkiye’de ilk ve sürekliliği bakımından tek dijital kamusal sanat uygulaması 2006-2016 yılları arasında Marmara Pera’nın çatısındaki dev ekranda faaliyet gösteren YAMA idi. 2006 yılında, Rodeo Galeri’nin kurucusu Sylvia Kouvali’nin girişimiyle faaliyete geçen YAMA, İstanbul’da (ve elbette Türkiye’de) kamusal -çağdaş- sanatın pek de şaşırtıcı olmayan serüvenini yaşamıştı. Yayına başladığı 2006 yılında, Tepebaşı’nda bulunan polis ekipleri, özünde savaş karşıtı bir fikri barındıran, görüntüde ise taşlanan bir zırhlı aracı yansıtan Ahmet Öğüt’ün ‘Light Armoured’ isimli video yerleştirmesini görüp, otel yönetimine uyarıda bulunmuş; baskılar sonucunda, videonun gösterimi planlanandan daha erken bir tarihte durdurulmuştu. YAMA’nın 2016 yılında sona ermesi ise Işıl Eğrikavuk’un “Yeni Bir Şarkı Söylemek Lazım” başlıklı işindeki “Havva, elmanı bitir kızım” cümlesi yüzünden bir kez daha sansüre uğruyor ve bu sefer kapatılıyordu. Otelin gerekçesi ise eski teknoloji ekranın çok fazla enerji harcıyor olması idi. Dolayısıyla kamusal alanda dijital sanattan söz ediyorsak, dünyadaki en önemli ve hala tekil uygulamalarından birinin İstanbul’da ve göreli olarak erken bir dönemde gerçekleştiğini de hatırlayalım.
Fotoğraf: http://www.list-e.info/liste-istanbul-yama.php?l=tr
Sanat İçin Hazır Altyapı
90’larda dijital teknolojilerin yaygınlaşmasından söz ediyor olmamıza rağmen elbette durum bugünden, yazının başında çizmeye çalıştığım tablodan çok farklıydı. Bugün hibritleşen kamusal alanda sanata çok daha fazla zemin var. Bu zemin büyük yatırımlar da gerektirmiyor; altyapı büyük ölçüde hazır zaten. Ekranları ele alalım, şehrin her yanındalar, her boyda ekran; meydanlar, sokaklar, otobüs durakları, metro durakları ve vagonları, marketler, alışveriş merkezleri. Bu ekranlar yeni melez kamusal alanın bütünleşik parçaları. Dolayısıyla içerik yönetimi bu algı ve bilinçle yapılmalı. Kamusal ekranlar sanat için hazır ve çok değerli bir altyapı sunuyorlar. Şehirdeki tüm ekranlarda -günde bir dakika falan değil, çok daha fazla- sanata ve sanat eğitimine yer verilmeli. Her türlü cihazın birbiriyle konuşabildiği bugünün teknolojisi ile bu ekranlar ve seyir halindeki insanların ellerindeki mobil cihazlar, kamusal mekanı etkileşimli ve kolektif bir sanat -ve sanat eğitimi- ortamına çevirebilir. Dijital teknolojiler sosyal odaklı katılımcı sanat için altyapı ve yeni imkanlar sunuyor.
Kamusal ekranlar sanat için hazır ve çok değerli bir altyapıyı sunuyorlar. Şehirdeki tüm ekranlarda -günde bir dakika falan değil, çok daha fazla- sanata ve sanat eğitimine yer verilmeli. Her türlü cihazın birbiriyle konuşabildiği bugünün teknolojisi ile bu ekranlar ve seyir halindeki insanların ellerindeki mobil cihazlar, kamusal mekanı etkileşimli ve kolektif bir sanat -ve sanat eğitimi- ortamına çevirebilir.
Sanatı bir tehdit olarak görmek yerine toplumu birleştiren ve çağdaşlaştıran yegâne araç olduğunu anlamalı. Sanat içsel bir yaşantıdır; sanat aracılığıyla öğrenilen uçup gitmez, dönüştürür. Kamu, kamusal alanın özelleştirilmesine izin vermemeli; kamusal alan kamuya ait kalmalı ve sorumluluklarını yerine getirecek şekilde düzenlenmeli. Sanata yer ve zaman vermek de bunlar arasında. Bu bir ikramiye değil, bir hak!
Bir yandan hazır bir altyapı var, diğer taraftan da teknoloji maliyetleri sürekli olarak düşüyor. Öte yandan dijital teknolojiler sanata yeni alanlar açıyor, sanat eserine ve izleyiciye erişimi kolaylaştırıyor. Belediyeler kamuya karşı yükümlülüklerinin bir parçası olarak bu imkanları kullanmalı. Özelleştirilerek kaybedilmiş kamusal alanların geri alınması bir pazarlık meselesi değil, bir anlayış, belki bir paradigma değişikliği, meselesi. Bu ölçekte geriye sanatçılara yönelik davetler ve fonlarla alanın aktive edilmesi ve yönetilmesi kalıyor. Bu da kaynak yaratmayı gerektiriyor. İstanbul ölçeğinde ve belediye yapısı etrafında birlikte çalışan kurumların karmaşıklığını düşününce bu tür bir operasyonun yürütülmesi ve süreklilik sağlanması finansal kaynağın yanı sıra insan kaynağı gerektiriyor. Belki kamu kurumları kendi içlerinde de sanata zaman ayırarak paradigmayı değiştirmeye çalışmakla işe başlamalı; sanata talep her ölçekte toplumsallaştırılmalı.
Hazırdaki dijital ekranların yanı sıra oyun kamusal mekanda sanata yer açmanın etkin yöntemlerinden bir tanesi. Özellikle İstanbul’da gelişmiş bir dijital oyun sektörü olduğunu biliyoruz. İstanbul imgesi hem tema hem de mekan olarak birçok oyunda kullanılıyor, öne çıkarılıyor. Ama oyun tekniklerini ve teknolojilerini kullanarak İstanbul’un kamusal mekanlarına çıkan sanat eseri -ya yok ya da- çok az. Oyun teknolojileri performansa da alan açıyor, izleyiciyi de performansçıya -katılımcıya- dönüştürüyor. Katılımcı sanat açısından kaçırılmaz fırsatlar yaratıyor.
Etki Yaratmak Mı Diyalog Arayışı Mı?
90’lar ve 2000’lerde dijital teknolojiler ilginçliğini koruyordu. İzleyici için şaşkınlık yaratıcı ve heyecan verici olabiliyordu. Bugünse herkesin kullandığı gündelik teknoloji uygulamaları sanatçının kullandıklarının çoğu zaman önüne geçmiş durumda. Yeni bir teknoloji ile izleyiciyi şaşırtmak artık o kadar kolay değil. Dijital teknolojinin sıradanlaşması teknoloji marifetine yaslanan işleri de izleyici açısından sıradanlaştırdı. Etkileyici olmak için teknikten ziyade prodüksiyon önemli hale geldi. İşin ve prodüksiyonun büyüklüğü, ilişkilerinin kalabalıklığı, sponsor sayısı vs. ile o şaşkınlık ve heyecanı ikamet edecek bir etki yaratılmaya çalışılıyor. Dijital teknolojilere dair bu şaşkınlık ve heyecanın ortadan kalkmış olması çok iyi zira artık sıradanlaşan teknolojiyi herkes kullanabiliyor yani gerçek bir içerik üretmek için artık zemin var. Sanatçı için de “etki” yaratmaya çalışmaktan vazgeçip diyaloğa girmenin zamanı çoktan geldi. Dijital sanat toplumun ihtiyaç duyduğu dönüşümün aracısı olabilir. Bunun için reklam etkisinden ziyade gündelik hayata sızıp onun parçası olmayı başarması lazım.
Kamusal alanın sanatla ilişkisini sadece sergileme üzerinden kurulmamalı. Sergileme bir sonuç, kamuya düşen sorumluluk aslında süreci yönetmek değil mi? Dijital teknolojilerin içine doğan kuşaklar özgür bireyler olarak şehir hayatına katıldı, katılıyor. Şehrin genç bireyleri bir yandan kamusal alanda sanatın kullanıcısı, katılımcısı olurken bir yandan da yaratıcısı, üreticisi olmaya teşvik edilmeli. Yaşadığımız dönemin önemli paradigma değişikliklerinden birisi sınırların ortadan kalkması, disiplinlerin birbiri içinde erimesi. Teknoloji giderek karmaşıklaşırken teknoloji okuryazarlığını arttırmak ve teknoloji konusundaki “cehaleti” aşmak için de kamusal alanda teknolojiyi kullanan ve konu edinen sanat işleri önemli bir araç. Yerel yönetimler bu noktada önemli bir rol alabilir, teknoloji ve sanat kesişiminde eğitim ve üretimlerle kamusal alanı ve dijital kuşağı hedefleyen dijital donanımlı atölyelerde (Fab Lab ve benzer) yürütülecek uygulamalı programlar şehrin sanatla bağını etkin bir biçimde dönüştürebilir. Kendisi yaratıcıya dönüşmeyen izleyici, pasif bir tüketici olabilir. Sanat izleyeni dönüştürür ama bu dönüşümün daha etkin bir yolu, artık kolaylıkla erişilebilen dijital teknoloji bilgisi ve araçlarını genç kuşaklara sunmak yaratıcı dönüşümü sanat ve teknoloji birlikteliği ile pratik adımlar atarak başlatmak olacaktır.
Sanatın kamusal alanın olağan bir parçası olması dileğiyle.
[1] Bu yazı kapsamı ve çerçevesi itibari ile dünyadan dijital kamusal iş örnekleri vermek çok keyfi bir seçkiye sebep olacağı için sadece Türkiye’den az sayıdaki örneği anıyorum. Dijital kamusal sanatın örnekleriyle sınıflanması ayrı bir yazının konusu.
[2] “Connecting Cities” Public Art Lab Berlin tarafından koordine edilen, İstanbul’dan amberPlatform/BIS’in (Beden İşlemsel Sanatlar Derneği) de ortaklarından biri olduğu, Creative Europe tarafından desteklenen çok ortaklı bir Avrupa Topluluğu projesi idi. Daha fazla bilgi ve bu yazının konusu ile de ilgili pek çok örnek http://connectingcities.net/ adresinde bulunabilir.