Soft Discipline

Soft Discipline / Yumuşak Disiplin

Ekmel Ertan ve katılımcı sanatçıların kolektif küratörlüğünde

Dijital sonrası yaşantımız derinleşiyor. Giderek daha fazla dijitalleşiyoruz, “dijital” bize sorgulama zamanı -ve fırsatı- vermeden bedenimizin ve zihnimizin derinliklerine doğru ilerliyor.

İnsan iki ayağı üzerine kalktığından beri teknoloji ile bedensel kapasitelerini arttırıyor. Doğanın ona verdiği bendenle yapamayacaklarını teknoloji ile yaparak hayatta kalmayı başardı. Taşı yontarak yaptığı bıçak ya da çekiçten, endüstri devrim(ler)ine, ve günümüzün dijital teknolojilerine kadar uzun bir yolda, yeni teknolojiler üreterek ve ürettiği teknolojilerle kendi bedenini ve zihnini değiştirerek ilerledi. McLuhan tüm teknolojilerin bedenimizin uzantısı (extension*) olduğunu söyler. Sadece fiziksel aygıtlar değil, yazı da örneğin. Hatırlayamadığımız için yazarız; yazı belleğimizin uzantısıdır. Ama yazdığımız için daha çok unuturuz. Artık dilden dile dolaşan destanlar -sözlü edebiyat, mitler, mitolojiler- yok. Yarattığımız teknolojiler bizi dönüştürüyor. Artık yazmadan edemeyiz / yazmaktan vazgeçemeyiz.

Bu sergiyi ortaya çıkaran kolektif araştırma ve üretim sürecinde, teknolojinin bu etkisini “nesneyi disipline etmek” diye kodladık. Sadece bizi -teknolojiyi yaratan insanı- değil nesneleri de, doğayı ve şeyleri de “disipline ediyor” her teknoloji. Hatta teknolojinin “nesneleştirdiği” bireylere dönüştüğümüz ölçüde kendimizi de bu kategoride sayabiliriz.

Teknolojiden söz ederken temel sorun onu bir fail olarak anmamız. Teknolojinin “nesneyi disipline etmesi” de ona faillik atfediyor. Teknoloji fail mi; yoksa “failin teknolojisi”nden mi söz ediyoruz? Belli

bağlamlarda her ikisi de doğru. Ancak teknolojiyi failleştirmek onu yaratan ve geliştirenleri saklıyor, görünmez kılıyor, hatta yok ediveriyor birdenbire. Teknoloji diye başedilmesi zor bir şeyle baş başa kalıyoruz. Yeni bir tanrı yarattık, artık onun disiplinindeyiz. Teker teker bireyler, topluluklar ve toplum(lar) olarak. Bu yeni tanrı kural koyucu, emredici değil, hepimizi ikna ve dahil eden yumuşak bir disiplinle dönüştürüyor.

Lewis Mumford “Yakın Doğu'daki geç neolitik dönemden günümüze kadar (...) biri otoriter, diğeri demokratik, ilki sistem merkezli, son derece güçlü, ancak doğası gereği istikrarsız, diğeri ise insan merkezli, nispeten zayıf, ancak becerikli ve dayanıklı” iki teknolojinin yan yana var olduğunu söylüyor. Otoriterlik ya da demokratlık teknolojinin hassaları mıdır? Faillik sorusuna dönüyoruz yine.

Otoriter veya demokratik, teknoloji(ler)den vazgeçemiyoruz. Yarattığımız teknoloji(ler)in disiplinine girmeye de -çoktan- razı olduk. Bu simbiyotik ilişkideki yumuşak disiplin bir tür ayrımına kadar gidebilir mi?

Teknoloji durağan bir şey değil; ulaştığımız geliştirme hızında her günün teknolojisi “yeni”. Peki teknoloji Hegel’ci manada diyalektik, tarihsel bir gelişim içinde midir? Tarihsel olarak “doğal ve kaçınılmaz” olan teknoloji ile mi baş başayız? Coğrafyaya adapte edersek “teknoloji kader midir?“ de diyebiliriz.

Yoksa teknolojiyi kim(ler)in geliştirdiğine veya içinde geliştiği sisteme mi bakmalıyız? Birilerinin kararlarına göre mi, ya da bir çok kaynaktan

gelen suyun akışı gibi, sistem içinde bulduğu imkan ve engellere göre mi ilerliyor, gelişiyor, şekilleniyor?

Bugünün gittikçe karmaşıklaşan dijital teknolojileri artan miktarda altyapıya, çok fazla doğal kaynağa ve zihin gücüne ihtiyaç duyuyor. Teknolojinin gelişimine yön verme, hatta katkı sağlama imkanı bağımsız bireyin elinden çoktan kaçmış gibi. Dijital, dünyanın bir kesiminde bireysel ve toplumsal varlığımızın derinlerine işledikçe, dijitalleşenlerle dijitalleşemeyenler arasındaki uçurum da derinleşiyor.

Teknolojiye faillik atfettikçe bu simbiyotik ilişkide teknolojinin bir parazite dönüşme olasılığını da arttırmıyor muyuz? Bu parazitsel ilişki insanla teknoloji arasında mı, yoksa dijitalleşenlerle dijitalleşemeyenler arasında mı, gerçekte?

“Yumuşak Disiplin” teknolojiyle bedenlerimizin, zihnimizin ve toplumsal varlığımızın nasıl bir dönüşüme maruz kaldığını sorguluyor; failliği teknolojinin ve esasen teknoljiyi failleştirenlerin elinden alarak demokratik ve eşitlikçi bir teknoloji anlayışını geliştirmenin mümkünatı üzerine sorular soruyor, öneriler sunuyor.

Ekmel Ertan / Eylül 2023

Haluk Mirac Aykın, Xebat Bayram,  Ceren Su Çelik, Yekateryna Grygorenko,  İmelda Kuyumcu, Naz Nar, Eda Şarman, Beyza Dilem Topdal, Gözde Betülay Yorulmaz

Çarşının Kabloları / Cables Of The Bazaar
Tek kanal video yerleştirme, 3B baskı, video, fotoğraf, 2023
Naz Nar

Makineleşmenin beden üzerinden tarifleri, ideal, ölümsüz bedeni oluşturan bir teknoloji hayali kurar.  Teknolojik gelişmeye paralel olarak bize eşlik eden kent de zamanla çoğalır, katmanlaşır. Son yüzyılda hayata eklenen altyapı sistemlerinin yanında kentte yüzyıllardır yer alan bina/beden’lerinçağ ile arasındaki eğilip bükülme, birbirine göre biçimlenme tam da altyapı sisteminin değişmesi eşiğindeki kapalı çarşıda karşımıza çıkıyor.

Elektrikten önce de var olan bu beden ve kendisinden önce tasarlanmış bir bedene eklenmeye çalışan elektrik donanımları, kablo/busbar/damar sistemi farklı eksenlerde ve varoluş karmaşasına denk  bir biçimde Kapalı Çarşının konturlarını çiziyor.  Eser Kapalı Çarşı özelinde eski ve yeni teknolojlerin bir aradalığıyla ortaya çıkan bu “karmaşık” sistemi farklı biçimlerde tekrarlı temsillerle çözüp tekrar birleştirerek her bir temsilde “sadece kablo “ olmayanı ortaya koyuyor.  Tüm bu temsilller ne noktada birbirine bağlandığını kestiremediğimiz bir kablo/duvar sisteminin parçalarından oluşuyor. Tüm temsil setine çizimin kendi altyapısı da eşlik ediyor.

* İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimari ve Kentsel Mekanın Temsili (YL) dersi ve yürütücülerine teşekkürler

Meta(more)holosis
Enstalasyon, Gerçek zamanlı video, Özel donanım ve yazılım, 2023
Gözde Betülay Yorulmaz

Meta(more)holosis organizmaların üreme ve davranışlarının hesaplamalı temsilleri olan bir dizi algoritmaya dayalı yapay-yaşam (ALife) simülasyonu, olan etkileşimli bir enstalasyondur. Kenti bir organizma olarak ele alıp kent verilerine ve izleyici etkileşimine bağladığı yapay yaşam algoritmaları ile yaşayan bir kent temsili kurar, izleyiciyi karmaşa ile düzen arasında gidip gelen bir ekosisteme davet eder.. 

Simülasyon Reaksiyon-difüzyon (Gray-Scott) algoritmasıyla öz-düzenleme, adaptasyon ve eş zamanlılık gibi kurallarla yapay yaşam formlarını adaptifdavranışlara yönlendirirken, kente dair verilerle (hava durumu verileri ve trafik yoğunluğu) temsil edilen dış etkiler ve izleyicinin etkileşimi ile yarattığı parazit olağan işleyişi sürekli olarak bozarak yeniden adaptasyonu zorunlu kılar. Enstalasyon alnındaki üç ekran, kendi dengesi içinde yapay yaşam temsili, döngüsel dış etkenlere karşı adaptasyonu sürdürerek dönüşen kent ve düzensiz ve rastlantısal etkileşimlerle kaosun hakim olması aşamalarınıtemsil eder.

Kuluçkahane
2 kanal video, AI, bant, arşivsel materyal 
Beyza Dilem Topdal

Karekin Deveciyan’ın 1915’te Pêche et Pêcheries en Turquie (Türkiye’de Balık ve Balıkçılık) adıyla yayınladığı kitap, İstanbul Boğazı’nın deniz canlıları çeşitliliğinin kaydını tutan ilk kaynak olarak hem boğazın biyo-çeşitliliğinehem de bugün İstanbul sularında kaybettiğimiz türlere işaret eder.  

Araştırma temelli bu yerleştirmenin dayanağı olan, balıkçı, aktivist ve biyologlarla yapılan saha görüşmelerine ve Deveciyan’ın anlatısına göre kılıç balığı, kolyoz, lüfer gibi türlere ev sahipliği yapmış olan Boğaziçi, büyük turuncu midyelerin kayalarına tutunduğu, orkinosların sudan fırlayıp yalılara çarptığı, yunusların gezintiye çıktığı ve fokların balıkçı kovalarından balık çaldığı bir yaşam alanıdır. Bugün ise kimyasal ve fiziksel kirleticilerle oksijen seviyesi düşmüş, yanlış uygulanan avcılık politikalarıyla kimi türlerini kaybetmiş, varolanları ise üzerini kaplayan tabakaların altına mahkumetmiştir. 

Edebiyattan popular kültüre bir arzu nesnesi olan Boğaziçi ekopolitikalarınteknobilimle iç içe geçtiği türler arası bir ilişkiler ağıdır da. Boğaziçi’ni, kısa vadeli sosyal ve finansal politikalar, populist idari kararlar  ve acilci teknolojik çözümlerin hızla dönüştürdüğü bir yaşam mücadeleleri alanı olarak ele alan bu iş, Deveciyan’da geçen 300 civarında deniz canlısının dönüşümü üzerinde spekülatif bir gelecek kurgusudur. Bu türlerin bir kısmı kaybolmuş, bir kısmı kısa bir süre de olsa bu 100 yıl içerisinde insan-etkisi ile hızlanan bir dönüşüme uğramıştır. Bu iş, İstanbul’un deniz türlerini sanatçının spekülatif kurgusundan geçirerek, günümüzden yüzlerce yıl sonra Boğaziçi’nde deniz yaşamına dair bir gelecek manzarası sunuyor.

İsimsiz
3B baskı & animasyon yerleştirme, 2023
İmelda Kuyumcu

Klasik resimde otoportre/portre geleneği, sanatçının (veya modelinin)benzerliğini ve kişiliğini yakalamayı amaçlar. Nesnenin hareketsiz, durağan ve kalıcı tazeliğini yakalamaya çalışan natürmort (still life) geleneği iseyalnızca nesnenin temsilini muhafaza etmesine rağmen, bakışla nesnenin sahipliğini yeniden üretir. Çalışmamda, natürmort resmin daimî bakışını geleceğe aktarma iradesini otoportre ile birleştirerek, kemiklerin yıllar içinde basınç nedeniyle bozulmasının da hesaplandığı bir kafatası modellemesiyle, iki geleneğin kesişiminde gelecekten aldığım otoportremiölümün ve insanlığın evrensel bir sembolü olan çıplak bir kafatasına (kemiğe) indirgediğim bir yerleştirme olarak sunuyorum. Bugünden geleceğe kalmak değil, gelecekten bugüne çekip almak; daimi bakışı geleceğe aktarma iradesine karşın, gelecekten bugüne bakmak...

İsimsiz 1
video oyun, 2023
Xebat Bayram

Satranç taşları bir gün oyunu başka türlü oynamaya karar verirse, bütün kabüllerimiz altüst olmaz mı?

İsimsiz 2
Video-oyun yerleştirme, 2024
Xebat Bayram

Dünyanın her yerinde insanlar daha iyi ve adil bir hayat umuduyla başka coğrafyalara, başka ülkelere göç ediyor. Savaşlar, politik baskılar, ekonomik krizler veya iklim krizi; nedeni ne olursa olsun göç yaşadığımız çağımızın en büyük problemi.  Kimi zaman göç kervanına katılmak bizim de aklımızdan geçiyor, belki bir gün zorunda olacağız. Göçmenlerle nasıl bir empati kuruyoruz? Adımlarımız bir göçmenin adımları olabilir mi?

Dikkat Dağıtma Odası
Tek kanal video, gündelik ve buluntu nesnelerle mekansal düzenleme, 2024
Haluk Mirac Aykın

Dijital kaçınılmaz bir biçimde kendi düzenini empoze ederek yaşam ve çalışma biçimlerimizi ve alışkanlıklarımızı değiştiriyor.  Dijital sinyaller her anımıza müdahale ediyor, televizyon sinyallerinden CCTV kameralara, ATM’lerden geçiş kontrol sistemlerine, sosyal medya uygulamalarından maillerimize her an zihnimizi ve bedenlerimizi uyaran bir sistemin içindeyiz.Dikkat Dağıtma Odası yerleştirmesinde sanatçı cache dosyaları, internet geçmişi, ekran kayıtları vb. gibi kendi dijital dökümlerini okunamaz bir kurguyla ifşa ederken bizi bir yandan özel alanın dinginliğini temsil eden bir odada kaçamadığımız kaosun ortasında bırakıyor. 

Çekilme / Reflux
VR yerleştirme
Eda Şarman

Gerçekliğin dayandığı fiziksel sınırlar dijital ortamlarda çözülerek sınırsızlığa doğru ilerler. Çekilme bedenimizin sığamayacağı, ancak bedenimizin içinde dolaşan kan hacmindeki -beş litrelik- bir havuzda sanal bir gerçeklik yaratır.

Yapay_arzu / Artifical_desire
Video, AI, özel donanım/yazılım, kumaş, elyaf, boya, pleksi
Yekateryna Grygorenko,

Yapay zeka, kapitalizmin iktidarının dil ve düşünce mekanizmasına uygun normlar üzerinden tasarlanmıştır. Arzu mekanizması yoktur çünkü iktidar için arzu tehlikeli bir yapıdır. İktidar bedeni zihne indirgeyerek arzuları normlaştırır, kontrollü bir yaşam alanı kurgular ve bireyi uyumlu makinelere dönüştürür.  Yapay zeka, arzuları olmayan, arzu etme kapasiteleri elinden alınmış bu insanın bir yansısıdır. Bu enstalasyonda izleyici bedenin organlarını manipüle ederek sadece ‘zihinden’ oluşan yapay zekayı (makineyi) bedenin arzularıyla besler. Makinenin (yapay zekanın) süregidenmonoloğu, dönüşerek ilginç haller alır, insan hikayeleri anlatır, kimi zaman insan kadar saçmalar. Ancak arzulayan bir makine bağımsızlaşabilir, iktidarın kontrolüne karşı çıkabilir, özgürleşebilir. İnsanın arzu potansiyelini özgürleştiren böyle bir makine tahayyülü, arzunun bir kutlamasıdır.

Dünya evrimleşmiş ve organik olan çoğu şey mekanikleşmiştir. Fakat "arzu organlarımız" var olmaya devam etmiş ve yarı mekanik yarı organik yeni bir beden yaratmıştır.

Sentetik Örümcek / Synthetic Spider
Heykel, AI, özel donanım/yazılım, 2024
Ceren Su Çelik

"Sentetik Örümcek" Bergson'un zaman ve (toplumsal) bellek kavramlarına odaklanan bir araştırmadır. Bu etkileşimli deneyim ve enstalasyon, eski cihazlardan oluşturulmuş bir heykelin parçası olarak hayata geçirilmiştir. Eser, izleyicinin görüntüsünü, bulunduğu coğrafyanın geçmişindeki toplumsal olaylarla bir araya getirerek yapay zeka aracılığıyla yeniden sentezler. Bu sayede, teknolojinin geçmişi ile şimdiki zamanı arasında bir köprü kurmanın yanı sıra izleyicinin belleği ve deneyimi ile de etkileşime girerek, geçmişin ve şimdinin birleştiği bir nokta oluşturur.

linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram